Geçen hafta İskenderun Ses Gazetesinde çevre ile ilgili dikkati çeken iki önemli haber yer aldı. İkisi de yöre halkı için yaşamsal önemde haberler…
Birinci haber: İstanbul Milletvekili Evrim Rızvanoğlu, bölgede 114 ÇED’siz taş ve maden ocağının faaliyete geçtiğini, hava kalitesi izleme istasyonlarının ise çalışmadığını belirterek “Biz toz soluyoruz, zehir soluyoruz” diyerek uyarıyor. Daha sonra dünya Sağlık Örgütü sınırının dört katı kirli hava solunduğuna dair ölçümler yapıldığı halde yetkililerin hâlâ önlem almamasına dikkat çekiyor.
İkincisi: Hatay Büyükşehir Belediyesi’nin İskenderun’daki mevcut ‘çöp bertaraf alanını’ kapatıp Arsuz’un Karahüseyinli Mahallesi’ndeki 300 dönümlük ormanlık alana entegre atık yönetim tesisi kurma kararı… Arsuz’da düzenlenen ÇED bilgilendirme toplantısına yalnızca 15-20 kişinin katılmış olması, belediye meclis üyelerinin bile süreçten haberdar edilmemesi…
Gazetede yer alan bu iki habere ek olarak depremden sonra meydana gelen susuzluk sorununu da eklemek gerek.
Birinci olarak taş ve maden ocaklarının ÇED raporu olmaksızın çalıştırılması o yörede yaşayan halkın sağlığının sistem tarafından hiçe sayılması anlamına gelir. Gerçi ÇED raporu olsa vazgeçecekler mi? Tekellerin, sermayenin çıkarına olacak hiçbir faaliyetten vazgeçmezler.
İkinci habere baktığımızda çöp ayrıştırma tesisinin yeri değiştiriliyor. Değiştirilip insansız ve ağaçsız bir bölgeye mi kuruluyor? Hayır. 300 Dönümlük ormanlık alana kuruluyor. Üstelik bu alanın yakınında oturma alanları ve mahalleler var. Yani çöpten etkilenenler değişiyor ama sistem değişmiyor. Yine ağaçlar yok edilecek, yine insanlar çöp kokusu altında yaşam sürecek. Ama bu defa başka insanlar… Bu konuda yapılan ÇED toplantısına 15-20 kişi katılıyor. Ama on binlerce insanın yaşadığı yerde 15-20 kişinin katılması yeterli sayılıyor. ÇED ilgili olan sorun sadece İskenderun’da değil, her yerde aynı şekilde işliyor. Burada toplumun ihtiyacı değil birilerini zengin etme amacı öne çıkıyor.
Bunların dışında İskenderun’un çözüm bekleyen başka çevre sorunlar da var: Depremden sonra bir türlü çözülemeyen su sorunu ve bütün kenti rahatsız eden Limana gelen angusların kokusu…
Bütün bunlara bakıp bu problemlerin çözümünü bir belediye başkanı ve belediye meclisinden bekleyemeyiz. Birincisi seçtiğimiz başkan ve meclis üyeleri partilerinden bağımsız olarak konunun uzmanı değiller. Kararları halkın çıkarlarına göre değil sermaye ve onları seçen parti kararlarına göre davranırlar.
Azınlık bir grubun değil de kentte oturan halkın büyük çoğunluğunun yararına uygulamalar ancak halkın yönetime katılımının sağlanması ile olacaktır. Sandığa gidip bir oy atarak sistemin değişmesini ummak ve bunu dört yıl beklemek gerçekçi olmadığı gibi gerçek bir demokrasi de değildir.
Kentte oturan halkın karar süreçlerine ve yönetimine katılımını sağlayacak bir sisteme gereksinim var. Bu Kent Konseyleri benzeri bir Kent Meclisi olmalıdır. Bu meclis, işçi sendikaları, memur sendikaları, meslek odalarının temsilcileri, mahalle ve köy muhtarları ve üretici kooperatif temsilcilerinin katıldığı bir meclis olacak. Böylece hem üretici sınıfların hem de yerel halkın temsilcileri karar alma süreçlerinde yer almış olacak hem de her mesleğin kendi uzmanlık alanında çalışmalarla meclise yol gösterip katkı sağlayacaktır. Böylece ÇED raporu için halkı toplamaya gerek olmayacak, muhtarlardan bilgi almak için yetkililerin muhtarları toplamalarına gerek olmayacak. Çünkü bu mecliste her konuyu çözecek uzman meslek odaları tarafından kolayca sağlanabilecek. Yangınlara, susuzluğa daha kolay çözüm bulunacak. Maden, taş ocağı ve angus kokusu vb. sorunlar halk yararına çözümlenebilecektir.
Yönetim işi bir partinin, bir bireyin inisiyatifine bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir.
Yerel yönetimler ve siyasi partiler, kent konseyini kentin meclisi olarak kullanma öngörüsünü ve cesaretini gösterememelerinin cezasını kayyumlarla ve gözaltılarla çektiler ve çekmekteler.