Nurullah ER


SESSİZ İSYAN

Nurullah ER


Yıllardır yağmur gibi bolluk, insanlık için dostluk üretmişlerdi.
Ne var ki ne vefa gördüler ne fayda buldular.
Çok değildi istekleri.
Yaşamlarının sonbaharında insanca bir yaşam...
Birde ilgi, sevgi ve saygı...
Umdukları dağlara kar yağdı.
Yine de vefalıydılar.
Kırılsalar da kırmadılar, incinseler de incitmediler.
Elleri öpülmese de çocukların gözlerinden öptüler, gençlere imrenerek bakarlardı.
Gözleri sonbahar ağlamaklı sulu, sesleri karakış ayazı kırık çıkardı.
Yılların kendilerinden neleri alıp götürdüğüne dair bir hak, hukuk uzmanları da yoktu.
Kış geceleri sızıları, ağrıları artsa da bahar yaratma hayalleri, umutları vardı.
Telefon direklerine konan kırlangıçları sayar, uçuşan arıları, kelebekleri kovalarlardı.
Leyleklerin göçünü izlerlerdi.
Bir top menekşeyi, bir tutam nergisi saksılara koyarlardı.
Evlilik siyah beyaz fotoğraflarının kokusunu öksürüklü ciğerlerine çekerlerdi.
Yaşamın acımasız ağırlığı çökerken omuzlarına.
Bakışlarında çaresizlik okunurdu.
Yaşamın en sessiz kahramanıydı onlar.
Bazen öfkeli, bazen hoşgörülü olsalar da.
Acıları, sevinçleri de zamansızdı.
Geceleri uykusuz, gündüzleri huysuzdular. 
Servetleri; zeytin ekmek, simit çay bile ellerinden alınmıştı.
Kirletilmiş geleceğin kalabalık dünyasında yalnız kalmışlardı.
“Samimiyet arıyoruz artık, dili süslü, yürekleri boş insanlardan usandık” diyorlardı.
İstekleri; ilgi ve sevgiydi.
Bunu hısım akrabalarından, eş ve çocuklarından bekleseler de.
Devlet babadan da.
Vefa bekliyorlardı, sadakat gösterilmesini istiyorlardı. 
Devlet babanın kör gözüyle verdiği yıllık zamma.
Sessiz isyana duruyorlardı.
Sessizlik en büyük haykırış, bitmemiş cümledir diye düşünüyorlardı.