Nurullah ER


Şairler Tepesi

Nurullah ER


Kahramanmaraş doğduğum büyüdüğüm ilçenin kent merkezi.
Tarihi zenginlikleri, doğa güzellikleri, yer altı ve yer üstü değerleriyle ender şehirlerden biri bilinir. Hele Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlık dillere destan olduğundan “Kendini Kurtaran Şehir” adı verilmiş, 1973 yılında Ecevit Hükümeti Kahramanlık unvanıyla mecliste onurlandırmış ve Kahramanmaraş olarak adlandırılmıştır.
Bu denli bir bağım olsa da Kahramanmaraş belki de en az gittiğim, en az tanıdığım şehirlerden biridir.
Akrabamın düğünü vesilesiyle bayramı K. Maraş’ta geçirdim.
Kahramanmaraş son yıllarda depremle anılan bir şehir oldu. 
6 Şubat’ta yaşanan depremin merkeziydi.
Eski binalar çökmüş, kaybolmuş, yeniler uzun kavaklar gibi yıkılmış, devrilmiş...
Ben daha çok şehir merkezini bildiğimden tarihi değere sahip kapalı çarşısı, bedesten çarşısı, Ulucami’yi, hamamların bulunduğu çevreyi görmek istedim. Ne var ki yoktu. Maraş’ın yöresel kıyafetiyle dolaşan, müşteri ağırlayan o esnafı da yok. Yerlerine konteynerler konarak yüzü gülmeyen daracık konteynerinde bakınan esnaf var. Ne müşteri ne de sokaklarda dolaşanlar var. Kültürel miras olarak bir asırlık çınar ağaçları kalmış geriye.
Kalesi meşhurdur Kahramanmaraş’ın.
Her geldiğimde mutlaka ziyaret ederim. Çarşıdan ayrılıp, asırlık çınarların gölgesinden tepedeki kaleye çıkarken, hemen eteklerinde bir esnafa sordum. Kalenin kapalı olduğunu söyledi. Birazda sitemkardı. “Deprem geçeli yıllar oldu, bir kaleyi bile hizmete açmadılar. Ne var, adı üstünde kale, yıkılmaz, devrilmez. Mutlak tadilata ihtiyaç var ama çok uzattılar. Dışarıdan gelip de kaleyi ziyaret etmeyen insan görmedim. Yenilik adına her şeyi mahvediyorlar. Yerinden kalkıverdi. Kalenin eteğine dikilmiş palmiyeleri gösterdi. Buraya palmiye dikiyorlar, palmiye olur mu burada poyraz yakar kavurur dallarını, gelişmez, yetişmez. Bir iki sene içerisinde kurur gider. Adana yolu üzeri boydan boya palmiye şimdi. “Dibinde oturduğu asırlık çınarı kucakladı, yapraklarını sever gibi okşadı. Buranın ağacı bu. Atalardan miras, sen onlardan iyi mi bileceksin de yüz asırlık ağacı yok sayıp, çöl ağacını dikeceksin.”
Yeğenim amca seni tepeye çıkarayım oradan gör birde Maraş’ı dedi.
Beş kilometre uzaklıkta Ahir Dağının eteklerindeydik. Beş yüzlük rakamdan, bin rakamlı tepeye çıkmıştık. Dik yamaçları sekilerle düzeltilmiş, çam ağaçlarının içine sosyal tesisler, restoranlar, çay bahçeleri yapılmış. Serin mi serin... Maraş boydan boya ayağının altında. Nurdağı’ndan Maraş’ın üstüne kadar şehir sis içinde. Deprem harabeleri, yıkık dökük binaların görüntüsü daha depremin acılarının geçmediğini gösteriyor. Dört bir yanda dağların eteklerinde, yamaçlarında TOKİ binaları yükseliyor.
Hemen girişe tepenin adının levhası asılmış, “Şairler Tepesi.” Yetkili birine şairlerle bağlantısını sorduğumda, herhangi bir bağlantısı olmadığını, tarihte Maraş’ın şairler ve ozanlar diyarı bilindiğinden belediye tarafından bu adın uygun bulunduğunu söyledi. Restorana Ahir sofrası, çay bahçelerinden birine şair Abdurrahim Karakoç’un Mihriban, diğerine de Sezai Karakoç’un Mimoza şiirinin isminin verildiğini söyledi. Ahir dağının, uğuldayan çam ağaçlarının serinliğinde çaylarımızı yudumladık.
Aşağılara indiğimizde sıcak bir hava vardı. Maraş’ı çıkarken Adana yolu boyunca bulvar boydan boya yaprakları sararan, palmiyelerle kaplıydı. Maraş, Akdeniz iklimine sahip bir şehir olsa da yaz günleri garbi yeline, kış aylarında poyraza açık olduğundan belli ki palmiyeleri etkiliyordu.  Doğayı, güzelliği, aşkı şiirlerinden eksik etmeyen bölge ozanı Karacaoğlan, Garbi yeli garbi yeli/ Ne esersin deli deli/ Bahçede açılan gülü/ Sen soldurdun garbi yeli/ Garbi yeli yeğin eser/ Deli poyraz sana küser/ Ak yar duyar bana küser/ Sen barıştır garbi yeli/
Sizin akıl yorduğunuzu, düşünce ürettiğinizi ozanlar bir çırpıda söyleyiverir.