Altı Şubat felaketinin üzerinden iki buçuk yıl geçmiş olmasına rağmen kentlerimiz hala toparlanmış değil. Ve hala konteyner kentlerde yaşamak zorunda olan aileler var. Biz bunca zamandır depremin yıkımlarıyla cebelleşirken, Rusya’dan deprem haberi geliyor.
30 Temmuz sabahı Rusya’nın Kamçatka yarımadası açıklarında 8.8 büyüklüğünde, dünya tarihinin en güçlü sarsıntıları arasına giren bir deprem olduğunu öğreniyoruz. Tarihte yaşanan en büyük depremlerden biri olmasına rağmen yıkıcı etkisi (birkaç binayı saymazsak) olmayan bir deprem. Ölü, yaralı ve yıkılan binaların olmaması hayrete düşürüyor. Çünkü bizim alışık olduğumuz görüntüler değil bunlar. Biz yıkıma, ölüme alıştırıldık, sadece yirmi yılda değil, çook uzun yıllardır hem de… Deprem kuşağında olan yurdumuzda yaşanacak depremlere karşı geçmiş yıllardan bu yana, ileriye dönük hangi yatırımlar yapılmış, hangi ciddi kararlar alınmış bir bakın… Nice büyük depremler yaşamış olan bu güzel ülkede kimler dişe dokunur yasalar çıkarabilmiş ve en önemlisi, uygulanmış.(biliyorsunuz ülkemizde uygulanmayan yasalar diye bir şey vardır) “Böyle gelmiş böyle gider demiş” gariban milletimiz de…
Yaşadığımız hiçbir deprem bizim ülkemizde milat olmamış. 33 bin kişinin öldüğü1939 Erzincan depremi, o yıllarda en çok can kaybının yaşandığı afetler arasına girmiş. Van, Erzurum, Gediz, Bingöl, Ceyhan, Marmara depremleri bunlardan sadece birkaçı. Ve… 6 Şubat’ta on bir ili etkileyen, yaşadığımız kent İskenderun’u da içine alan, Kahramanmaraş merkezli deprem. Hiç biri milat olmadı, olmuyor maalesef. Şu an deprem bölgelerinde yükselen binaların kaçı yönetmeliğe uygun yapılıyor bilmiyorum. Geçmişte yaşanan depremlerden neden ders almıyoruz? Neden aklımız başımıza gelmiyor ve neden hiç uğruna binlerce canımız toprak oluyor?
Kamçatka’da 1952 yılında 9.0 şiddetinde yaşanan deprem sonrası alınan önlemler, 8.8 şiddetindeki depremi bile kayıp vermeden atlatmalarına neden oldu. Biz de hala seyrediyor, konuşuyoruz…
Ta o günlerden alınan önlemlerin başında; nüfusun o bölgede yoğunlaşmasını önlemek amacıyla, sanayi yatırımları yapılmamış ve depreme uygun yapılar inşa edilmiş. Bu nedenle bir iki bina dışında hasarlı bina göremedik. Devletlerin görevlerinden biri de halkının güven içinde yaşamasını sağlamaksa, biz bir ev alırken veya kiralarken bile neden endişe duyuyor veya korkuyoruz? Neden gönül ferahlığı ile evimizde oturamıyoruz? Çürük olduğunu bile bile gücü yetmediği için, korku içinde o evlerde oturmaya devam eden binlerce hatta milyonlarca insan var bu ülkede…
Kamçatka depreminde öyle bir sahne vardı ki, hepimizin hayranlıkla, duygulanarak izlediğini düşünüyorum. Ameliyathanede depreme yakalanan doktorlar… Ne panik, ne kaçma teşebbüsü… tersine, hastayı korumaktan başka bir şey yapmıyorlar. Bulundukları binanın güvenli olduğunu bilmek ne kadar önemli değil mi? Nitekim, güveleri de boşa çıkmıyor zaten.
Bu çok sevindirici sonuç, onca insanımızı hiç uğruna kaybettiğimizi bir kez daha yüzümüze vuruyor.
Hatalar tekerrür ettikçe, tarih de tekrar ediyor sanırım.
Bilim yolunda ilerleyenler deprem riski olan bölgelerde nüfus artışını önlemek için sanayi yatırımı yapmazken, bizler ülkemizin geleceğini, risk altında olduğu bilinen İstanbul’dan başka kentlere kaydırmıyoruz.
Nüfusumuzun neredeyse dörtte birinin yaşadığı İstanbul başta olmak üzere, ülke genelinde riskli binaların tahliye edilmesi için yarışa girmemiz gerekirken, ağırdan almaya, çılgın projelerle vakit kaybetmeye devam ediyoruz…
Bu günlerde yurdun dört köşesindeki orman yangınlarını içimiz acıyarak izliyoruz. Ama bunlar için de önlem almaktan çok mücadele çalışmalarıyla övünüyoruz.
Yaz aylarında ormanlık alanlarda piknik yapmak yasaklanıyor ama her yerde uygulanıyor mu?
Çöp atmanın nerede olursa olsun yasak olduğunu, hatta cezası olduğunu da biliyoruz. Ormana cam ve cam kırıkları atılmasının yasak olduğunu da…
Herhangi bir yayla veya dağ yoluna girip baktığınızda bu yasaklara ne kadar uyulduğunu görürsünüz. Şehir içi, şehirlerarası yollar, sahillerimizin çöp içinde olması çoğu yurttaşımız için sıradan ve önemsiz görülüyor. “Çoğu” sözcüğünü özellikle kullanıyorum. Eğer “Azı” olsaydı böyle bir çevre kirliliği yaşamıyor olurduk diye düşünüyorum.
Kirlenmeden, yanmadan, yıkılmadan, can kaybedilmeden önce önlemler almak zor olmasın artık…