Bir bayramı daha uğurladık. Arayanlarınız ve aradıklarınız çok olmuştur umuyorum. Zira aranmak, hatırlanmak, ziyaret etmek hem bayram ruhuna yaraşır hem de yakınlarımızla aramızdaki bağın güçlenmesine vesile olur.
Sosyal bağları güçlü olan insanların daha uzun ve daha sağlıklı yaşadıkları bilimsel araştırmalar sonucu kanıtlanmış.
Birbirimize hayat verme gücümüz var yani. Hayatlarımızı kolaylaştırma gücümüz var. Sadece; nasılsın, senin için ne yapabilirim? diyerek birinin gönlünü ferahlatıp, kendini güvende hissetmesini sağlayacak gücümüz var. Gerisi bize kalmış. İster bu sihirli gücü kullanır, isterse yok sayabiliriz.
Arife gününden başlayarak, neredeyse bütün bayramı yatarak geçirdim. Ağır bir grip miydi neydi bilemedik. Tatil günü olduğundan acile gidebildim ancak. Ne olduğunu sormadan ilaçları alıp eve döndük. Benden önce eşimde başlamış olan bu rahatsızlığı eşime borçluyum. Sağ olsun nereden bulmuşsa alıp getirmiş, bana da bayram hediyesi vermiş oldu. Dağın başında yayla sezonunu böylece açtık. Bu arada arayıp; geçmiş olsun, bir ihtiyacınız var mı diye soran yakınlarımız ve arkadaşlarımız yalnız olmadığımızı bir kez daha fark ettiriyordu. Onlar, içlerindeki o sihirli gücü kullanmayı seçen, duyarlı insanlardı. Hepsine minnettarız…
Keyfimizi kaçıran sağlık sorunları bir anda her şeyin anlamını yitirmesine neden olur. Ne zaman bir rahatsızlık yaşasam, iyileştikten sonra bunu unutmamam gerektiğini kendime sıkı sıkıya tembihler ve “Sağlıktan önemli bir şey yok unutma!” desem de hiç kimselere verdiği sözden dönmeyen bu fani, kendine verdiği sözleri bir süre sonra unutur.
Yaşadığımız her şeyin bize bir haber getirdiği veya öğretmek istediği şeyler olduğu söylenir. Bunu özellikle kişisel gelişimciler ve takva sahibi olanlardan duyarız. Doğrusunu isterseniz bana da çok anlamsız veya akıl dışı gelmiyor bu tanımlama. Herhangi bir yerimizde hissettiğimiz ağrı veya sancı bize bir şeylerin haberini verir. Sinirlenince başınız ağrıyor veya midenize kramp giriyorsa, sakin ol, yavaşla der vücudumuz. Bizler bunu bilsek de çok da ciddiye aldığımız söylenemez. Sonrası malum, aklımızla yapamadığımızı ilaçlara yaptırmaya çalışırız.
En basit görünen bir hastalık bile günlük yaşamından alıkoyunca, insanın kendini, hayatı sorgulaması için bir fırsat sunmuş olabilir mi bilmiyorum ama olmalı galiba…
O anda yapmak istediklerini, yapamadıklarını düşünüp canın sıkılırken, bunları yaptığım zamanlar ne kadar da olağan, hatta sıradan şeylerdi diye şaşırır insan.
Hiçbir şey sıradan değil demek ki… Her şey, yaşadığımız, yaptığımız her şey çok özel, çok değerli. Sağlık çok değerli ve kaybetmeden değeri bilinmeli.
Ayağa kalkabilmenin ve tekrar oturabilmenin, sağından soluna dönebilmenin, eline konan sineği kovalamanın, bir yerini kaşımanın, yemeğini yiyebilmenin, suyunu içebilmenin…
MS hastalarının bazıları ve kimi yatalak hastalar bunları yapamıyor. Eğer böyle bir tanıdığınız varsa hiçbir şey yapamaz, yüzüne bakmaya bile bazı zamanlar imtina edersiniz. O, elden bir şey gelmemesinin mahcubiyeti sizin önünüzde yürür, sizden önce girer hastanın yanına. Bazen ondan sıyrılmak, hastaya moral vermek için saçma sapan şakalar bile yapabilirsiniz. Bazen de bu durum sıradanmış gibi davranır ve bir süre sonra ziyaret etmek bile istemezsiniz. Bir de bu yüzden utanırsınız kendinizden. Ona artık iyileşme yolunda katkı sunamamanın çaresizliği içinde yuvarlanır, sağlıklı düşünemezsiniz. Sadece sizi görüce mutlu olmasıyla avunmaya mahkum olursunuz.
Bu trajedinin nedenini düşünüp durursunuz.
O çaresizliği yaşayanın ağzından bir kez bile duymadığın, “Neden?” sorusunu onun adına, defalarca sen sorarsın.
Kime ne yaptı benim kardeşim?
Neyin diyeti bu diye ah edersiniz de çaresizce yatan hastadan, bir şikayet işitemediğinize şaşırır kalırsınız. Bu nasıl bir sabır, bu nasıl bir itikat diye…
Yaşanan her şeyin bir nedeni, öğrettiği bir şey vardır tezine dönersek; bu hastalık bize ne öğretti? Ne aldı, ne verdi…
En yakınlarının bile iyileştirici gücünden ya haberi olmadığını, ya da umursamadığını…
Yani, başına gelen hastalık kadar ağır bir gerçekle tanışmayı…