Sadet BERKYÜREK


Envitec’le Yollar Ayrılırken

Sadet BERKYÜREK


Hatay’ın batı ilçeleri bir çevresel ve yönetsel dönüşümün eşiğinde. 

İskenderun Körfezi’nde yıllardır süregelen çöp toplama ve bertaraf sistemi, 6 Şubat 2023 depremleri sonrası köklü bir değişim sürecine girdi. 

Deprem felaketinin ardından hem çevresel hem de yerleşim planlaması açısından yeniden şekillenen bölge, şimdi yeni bir tartışmanın tam merkezinde: Hatay Büyükşehir Belediyesi’nin İskenderun’daki mevcut bertaraf alanını kapatıp Arsuz’un Karahüseyinli Mahallesi’ndeki 300 dönümlük ormanlık alana entegre atık yönetim tesisi kurma kararı…

Geri dönüşüm, enerji ve kaynak kazanımı gibi çevreci söylemlerle sunulan bu proje, yalnızca teknik bir altyapı hamlesi değil; aynı zamanda çevresel değerlerin, toplumsal katılımın, yönetim anlayışının ve kentsel rant tartışmalarının düğüm noktası haline geldi.

Yeni entegre tesisin, anayasal güvence altındaki ormanlık alana kurulması planlanıyor. Hatay Orman Bölge Müdürlüğü’nün 6831 sayılı Orman Kanunu’na atıfla verdiği 24 aylık bedelsiz ön izin, sürecin hukuki meşruiyeti kadar etik boyutunu da tartışmaya açıyor. 

İğne yapraklı orman ve tarım alanı niteliğindeki proje sahası; yalnızca Karahüseyinli’yi değil, çevresindeki Harlısu, Arpaderesi, Kozaklı ve Nergizlik gibi kırsal mahalleleri de doğrudan etkiliyor. Tesisin bu alanlara olan uzaklığı —yer yer 555 metreye kadar düşüyor; mevcut mevzuat ve bilimsel raporlardaki sınırların gerisinde kalıyor.

İskenderun Katı Atık Birliği’nin (KAB) 27 Haziran 2025 tarihli meclis kararıyla feshedilmesi ve ardından tasfiye komisyonunun kurulmasıyla birlikte, 2009’dan bu yana bölgedeki atık yönetimini yürüten Envitec firmasıyla da yollar resmen ayrılıyor. Bu geçiş süreci, belediyelerin temizlik hizmetlerini kendi ekipleriyle sürdürmeye başlamasıyla pratikte bir yerel özerklik kazanımı gibi sunulsa da, asıl dönüşüm çok daha karmaşık bir yapının parçası.

Hatay Büyükşehir Belediyesi’nin en sık kullandığı gerekçe, mevcut bertaraf alanına yakın inşa edilen TOKİ konutları. Ancak bu durum, başlı başına bir yönetim ihmali olarak da değerlendirilebilir. Zira, çöplüğe 250 metreden daha yakın konutların planlanması, çevresel risklerin göz ardı edildiğini göstermez mi? Çöplüğün kaldırılması haklı ve gerekli olabilir; ancak bu kaldırmanın bedelinin orman ve kırsal yaşam alanlarına ödetilmesi kabul edilebilir mi?
Diğer yandan, mevcut çöplük alanının hemen yakınındaki Cebike Mahallesi’nde 5 bin dönümlük imara açılacak arazi dikkat çekici. Çöplüğün taşınmasıyla bu arazilerin değer kazanması, kent içi rant dağılımını da yeniden şekillendirecektir. Bu da projeye ilişkin “çevreci” gerekçelerin ardında kentsel dönüşüm çıkarları olup olmadığı sorusunu gündeme taşımaktadır.

Projenin ÇED sürecine dair en büyük eleştiri, halkın bilgilendirilmesi ve sürece katılımın sınırlılığıdır. Arsuz’da düzenlenen bilgilendirme toplantısına yalnızca 15-20 kişinin katılmış olması, belediye meclis üyelerinin bile süreçten haberdar edilmemesi, katılımın yalnızca formel bir yükümlülük olarak yerine getirildiğini göstermektedir.

ÇED bilgilendirme toplantısının Antakya merkezli yerel basında yayımlanması, sürecin “hukuken yapılmış” ama “vicdanen eksik” kaldığını ortaya koyuyor. Bu durum yalnızca çevresel değil, yönetişimsel bir krizdir.

Proje tanıtım dosyasında kullanılan "enerji geri kazanımı", "geri dönüşüm", "entegre sistem" gibi ifadeler kulağa hoş gelse de, dünyadaki birçok örnekten biliyoruz ki bu tür tesisler sıklıkla zehirli gaz salınımı, karbon ayak izi ve toprak kirliliği gibi ciddi çevresel tehditler taşımaktadır.
ÇED dosyasında bölgenin “hakim rüzgar yönü uygun” denmiş olsa da, mahalle muhtarları tam tersini söylüyor: Arsuz’un bu bölgesi, rüzgar sirkülasyonunun en güçlü olduğu alanlardan biri. Bu da koku ve sağlık sorunlarının geniş bir çevreye yayılacağı anlamına geliyor.

Bir kentin çevre sorununu, başka bir kırsal alana —üstelik anayasal koruma altındaki ormanlık bir bölgeye— taşımak çözüm değil, sorunu yeniden üretmek anlamına gelir. Yönetimlerin asıl sorumluluğu, doğayla uyumlu, bilimsel temelli ve kamusal katılıma açık çözümler üretmektir. Ancak Hatay’daki bu proje, ne yazık ki çevre yönetiminden çok siyasal ve ekonomik rantın yönettiği bir süreci yansıtmaktadır.
900 milyon TL’lik yatırım büyüklüğüyle övünülen bu proje, bölgenin doğasına, tarımına ve turizmine telafisi zor zararlar verebilir. Doğal varlıklar yalnızca bugünün değil, geleceğin de mirasıdır. Ve hiçbir teknik yatırım, bir orman vadisinin yerini dolduramaz.

Envitec’le yolların ayrılması, yerel hizmet üretimi açısından bir fırsat yaratırken; doğanın yerine çöplük, halkın yerine rant konulursa, bu fırsat da çöpe gider.
Hatay için esas olan, sadece çöpün yerini değil, değerlerin yönünü değiştirmektir.

Tüm bu gelişmelerin gölgesinde, Arsuz Belediyesi'nin tavrı da dikkatle izleniyor. Halkın katılımı sınırlı bilgilendirme toplantılarına belediye meclis üyelerinin dahi davet edilmemiş olması, yönetimsel reflekslere dair soru işaretlerini artırıyor.

Özellikle son yıllarda turizm ve yerleşim açısından gelişen bir cazibe merkezi haline gelen Arsuz’un, İskenderun’un çevre yüklerinin devredildiği bir alan haline gelmesi, kamuoyunda ciddi bir rahatsızlık yaratıyor. Balık çiftlikleriyle başlayan, çöplük alanının ardından küçük sanayi sitesi için de Arsuz’un gündeme gelmesi, “Arsuz yeni İskenderun’un gelişme pürüzlerinin süpürüldüğü arka bahçeye mi dönüştürülüyor?” sorusunu doğuruyor.

Şeffaf, katılımcı ve doğa öncelikli bir yaklaşım bekleniyor; zira karar süreçlerinde sessizlik, en az doğa tahribatı kadar büyük bir risk taşıyor.