Antik Yunan felsefesi düşünürlerinden Herakleitos, (MÖ 6.yüzyıl) “Değişmeyen değişimin kendisidir.” der. Oysa insan değişmeye çok da sıcak bakmaz. Fikirlerimizi, inançlarımızı sorgulamak veya kökten değiştirme düşüncesi bile insanı ürkütür. Değişmeyi sözünden dönmek, kendini yalanlamak veya kendisiyle çelişmek gibi algılarız. Kaldı ki insan doğduğu andan başlayarak, hem fiziksel hem de zihinsel olarak değişmeye, gelişmeye başlar. Olması gerektiği gibi yani.
Düşüncelerimizin, duygularımızın değişmesi bizi itibarsızlaştırmaz. Aksine, hayatı ve yaşadığımız dünyayı irdelediğimizi, olgunlaşıp, ilerlediğimizi işaret eder.
Herakleitos, evrendeki her şeyin değişim içinde olduğunu savunurken; “Aynı nehirde iki kez yıkanamazsın. Çünkü ne sen aynısındır ne de nehir.” diyerek savını kanıtlamak ister…
Aslına bakarsanız, kendini yargılayan insan değişmek ister. Kendine karşı dürüst olabilen, kendisiyle yüzleşebilen…
Değişmek, eleştirilere belki de dışlanmaya göğüs gerecek kararlılık ister. “Sen eskiden böyle değildin…” diye söze başlayanlara alışmayı veya kale almamayı öğretir.
Değişim olmadan yenilenmekten, gelişmekten söz edemiyoruz. Yolculuğumuzun başına ve bulunduğumuz yere baktığımızda gördüğümüz manzara ne hissettiriyor? Gerçekten yol mu kat ettik, zaman mı öldürdük?
Yol almayı sadece maddi kazanç olarak görenlerle bu mevzuda tartışmaya bile girmemek gerekiyor. İşte, geliştiğinizi gösteren bir işaret de bu. Hiç kimseyi, hiçbir konuda ikna etme gereği duymamak. Özellikle de farklı dünya görüşüne sahip biriyle tartışmanın anlamsızlığını anlamak.
Carl Jung’un bir sözü vardır: “Dışa bakan rüya görür, içe bakan uyanır.” Kendini değiştirmek için insanın içine dönüp, kendisiyle yüzleşmesi gerekiyormuş. Peki değiştirmek istemiyorsa… O zaman rüya görmeye devam etmesi gerekiyor galiba…
Albert Einstein ise; “Delilik, aynı şeyi defalarca yapıp farklı sonuçlar beklemektir.” derken, farklı sonuç almak için değişimin şart olduğunu anlatmak ister.
Eğer şansınız varsa, sonu olmayan bu yolda, son gününü beklemeyen, öğrenme, gelişme telaşında olanlarla karşılaşır ilham alırsınız.
Sabit fikirli biri, ne kendine ne de çevresine yarar sağlar. Karanlıkta yolunu kaybetmiş gibidir ama onun bundan haberi bile olmaz.
Çoğumuzun bildiği bir sözü hatırlatmak isterim. “Son birkaç yılda önemli bir fikrinizi değiştirip, yerine yenisini koymadıysanız nabzınızı kontrol edin, ölmüş olabilirsiniz.” Kimin söylediği kesinlik kazanmamış olmakla beraber, Gelett Burgess’e atfediliyor. (Amerikalı yazar, şair, sanatçı ve hiciv ustası. 1866 – 1951) İlk başta iddialı bir düşünce gibi görünse de değişimin, eğitim kadar zaruri olduğunu vurgulayan bir yaklaşım.
Öte yandan, yıllardır saplantıya, hatta tapınmaya dönüşmüş fikirlerini değiştirmekten ödü kopanlar… İşte bunlar ölüler diyarında yaşadığımı düşündürüyor ve geleceğe dair kaygılarımı kat be kat artıyor.
Dünyayı ve çevremizdeki insanları değiştirmek yerine, işe kendimizi değiştirerek başlamak, yani en zor olanı denemek, kendimize ve dünyaya yapacağımız en büyük iyilik olarak görünüyor.
Konunun özüne dokunan, çoğu kişinin hala, Pablo Neruda’ya ait olduğunu düşündüğü, ancak, Brezilyalı yazar Martha Medeiros tarafından yazıldığı kabul edilen, değişmenin önemini sade ve anlaşılır bir dille anlattığı şiirinin bir bölümüyle bitirmek istiyorum:
Yavaş yavaş ölürler
“Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin bile rengini değiştirme riskine girmeyenler…
Yavaş yavaş ölürler,
Okumayanlar,
Seyahat etmeyenler,
Müziği duymayanlar,
Vicdanlarında hoşgörü barındırmayanlar…
Yavaş yavaş ölürler.
Bir davayı daha başlamadan terkedenler,
Bilmediği bir konuda soru sormaktan çekinenler,
Cevabını bildiği sorular karşısında suskun kalanlar…
Halbuki bu ölümden sakınabilirler,
Ufak dozlarla bile olsa,
Yaşamanın yalnızca nefes almaktan ibaret olmadığını hatırlayabilirler…
Martha Mendeiros