İki üç ay önceden alınmış koyun, çobanlık stajıydı çocukların. Otluk denilen yerlere, o zamanlar şehrin değişik yerlerindeki boş arsalara otluk derdik, sabah ve akşamüstü otlatmaya götürürdük koyunları. Mevsim elverirse yenidünya, erik ve incir ağaçlarına dadanır; mandalina ve portakal toplardık. Koyunlar da biz çocuklar da mutluyduk.
Akşam koyunları eve getirdiğimizde büyüklerimiz koyunların sırtını avuçlar, et bağlayıp bağlamadıklarını kontrol eder, biz çocukların besiciliğini sınavdan geçirirdi.
Koyunlar evde aile üyelerinden birine çok bağlanırdı mutlaka; herkes bu özel ilgiye mazhar olmak için çaba sarf ederdi. Koyunun duygusal anlamda bağlandığı kişi bundan gurur duyardı.
Babam, çok iri bir teke almıştı. Tekenin sırtına biner, boynuzlarına tutunurdum. Çırpı bir çocuk olduğumdan galiba, teke beni sırtından atmazdı; bir masal kahramanı edasıyla gezinirdik tekeyle şehrin en işlek caddesinde. Ne havalı pozlar vermişimdir kim bilir? O zamanlar fotoğraf teknolojisi şimdiki kadar ileri değildi, hayıflanmaktan başka ne gelir ki elden?
Ekonomik gelişmişliği tükettiği et miktarıyla ölçen bir aile geleneğinden gelmiş olmamız, bayram sabahı can dostlarımızın boğazlanmasına çok içlenmemize izin vermezdi hatta kesilen hayvanın bütün etini ve iç organlarını bizim için büyüttüğüne daha çok inanırdık. Hayvanın kanı ile alnımızın ortasına basılan damga, o damgayı oluşturan parmak izinin spiralinde bizi hızla mitolojik bir evrene götürür, büyük felaketlerden sağ çıkmanın kıvancını yaşatırdı sanki.
Ülkede, Filistin’de, Suriye’de o kadar kurban veriyor ki insanlık, dilerim bu bayram bunların sonu olur.
BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN