Müslüm KABADAYI


BAHADIN: BOZKIRIN KAKTÜSÜ

Müslüm KABADAYI


Seçici göz, ayrıntılardaki gelişkin bağları keşfeder ve bunları üstkurguyla bireşim yapar. Kaktüs, aslında bir çöl bitkisidir ve susuzluğa, sıcaklığa direnciyle bilinir. Zıtların birliğini, dış müdahalelere karşı geliştirdiği dikenleri ve tacındaki göz alıcı rengiyle özünden sağlar. İç Anadolu kırsalında yaşama sevincini topraktan ürettiklerini paylaşarak sürdüren Bahadın halkının ayrıntıdaki gelişkin bağını, “Kantharos ve Kuşlar Mozaiği”ne benzetirim. Bu bağ nedir?
Çocukluğumun biçimlendiği ve hep peşimden gelen Hatay coğrafyasının verimli ve renkli mekanlarından biri olan Harbiye’de (Daphne) bulunan ve MS 3. yüzyıla tarihlenen bu mozaiğin ortasında topraktan yapılmış kantharos kadehi ve çevresinde rengahenk kuşlar, onları besleyen bitkiler toprağın rengiyle yer alır. “Aşkdeniz”in zengin coğrafyasındaki bu mozaikteki yaşamı güzelleştiren kaynağın betimlenmesindeki ayrıntıyı, Yozgat’ın Bahadın beldesindeki insanların topraktan öğrenme ve paylaşma yeteneğinde gördüğümü belirtmek isterim. “Bozkırın kaktüsü” olarak betimlediğim bu beldenin adını, ilk kez 1979’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde öğrenciyken tanıştığım Sadık Güvenç dostumdan duymuştum. Onunla 45 yıldır eğilip bükülmeden sürdürdüğümüz dostluğun da, zorluklara karşı dirençle ve ürettiğimiz kitaplar başta olmak üzere etkinliklerimizi ortaklaştırmakla varlaştığının altını çizmeliyim. Aynı inceliği sürdürdüğümüz Sami Eroğlu’nu da buradan selamlamak isterim.
Bahadın deyince, kuşkusuz Yusuf Ziya Bahadınlı derin belleğimden fışkırır. Onlar, 1940’lı yıllarda Köy Enstitülerinde aydınlanma meşalesinden tuttular ve Türkiye’nin tüm topraklarına bu meşaleyi taşıdılar. Onlardan 30 yıl sonra 1970’lerde Düziçi Köy Enstitüsü’nün devamı olan İlköğretmen Okulundayken o meşaleyi devralıp bugünlere taşıyanlardan biri olarak, sevgili Arslan Bozdemir’in hazırladığı belgeselde adı geçen Yusuf Ziya Bahadınlı, Arif Baş, İsmail Altan, Gazi Koç’u öğretmenlerimizi de saygıyla anmak isterim.
Bahadın Şenliklerine üç kez katıldım. Yaz ortasında bozkıra şenlik getirmenin ne demek olduğunu orada gördüm. Halk oyunları ve tiyatro gösterileri, şiir ve müzik dinletileri, paneller ve söyleşiler, sergiler vd. üç dört gün süren etkinlikler… Özellikle kızımız Evin’in de aralarında olduğu çocukların yaptığı yürüyüş sırasında oluşan ve hepimizi coşturan, ümitlendiren “aydınlık gelecek” vurgusunu hiç unutamam. Sevgili Haydar ve İbrahim Eroğlu kardeşlerin yapımına öncülük ettiği Âşık Kul İbrahim Anıtı önünde düzenlenen şiir ve öykü programları, dün-bugün-yarın bağlantısını güçlü kılmak bakımından çok değerliydi. İlk gittiğimde açık hava müzesi olan Arif Baş Etnografya Müzesi, daha sonra taştan yapılan binaya taşındığında, Köy Enstitülü olma duyarlılığının, Yusuf Ziya Bahadınlı Kültür Merkezi’yle sürdüğünü görmenin sevincini yaşadım. Şenliğe ülkenin dört bir yanından gelen şair-yazar ve sanatçılarla Bahadın halkının kucaklaşmasının da önemli olduğunu vurgulamak isterim. Bizi evlerinde ağırlayan Ali Şahin ve eşi başta olmak üzere çayını-kahvesini içtiğimiz güzel insanlara buradan bir kez daha teşekkür ediyorum.  
Açılışına Attila Aşut Ağabey ve B.Sadık Albayrak’la katıldığımız Yaşlı Bakım Merkezi’ni yapan Bahadın Yaşlanma Vakfı yöneticilerini kutluyorum. Sanıyorum kırsalda açılan ilk bakımevi olması yanında akademik anlamda desteklenen bir merkez özelliğiyle bozkırda iz bırakacak. Bu vakfın kurucularından Berlin’de yaşayan Remzi Kaplan’la 6 Şubat depreminin 1. yıldönümü dolayısıyla Berlin’de düzenlenen anma programında buluşmamızın da “dayanışma” bakımından anlamlı olduğunu düşünüyorum.  
“Güllüceli Kâzım” başta olmak üzere kitaplarında Bahadın’ın kaktüs dokusunu ustaca işleyen Yusuf Ziya Bahadınlı’yı, söylenceleri aşta olmak üzere kültürel altyapısını öykü ve romanlarında örgüleyen Sadık Güvenç’i, şiir ve anlatılarıyla Gül Veli’nin beldesini yarınlara taşıyan Haydar-İbrahim Eroğlu kardeşleri emekleri için yüreklerinden öpüyorum. Yaşasın “Bozkırın Kaktüsü Bahadın!”