Leman GÖÇMEN


Yerli Malı

Leman Göçmen


“Yerli malı Türk´ün malı,

Herkes bunu kullanmalı”
diyerek başlıyorum. Buna benzer tekerlemeleri 1939-40 ders yılında öğrenmeye ve uygulamaya başlamıştık. Öğretmenlerimiz sınıflarımızda, “Çocuklar, yerli malı haftası geliyor. Hazırlıklarınızı yapın. Herkes kendi sınıfında kutlayacak” derlerdi.
O gün büyük bir neşeyle evlerimizden kuruyemişlerimizi alır, annelerimizin de yaptığı kurabiye, pastaları paketler, sınıfımıza getirirdik. Ayrıca grapon kağıtlarıyla da sınıflarımızı süsler, kara tahtamıza Yerli Malı Haftamız Kutlu Olsun diye yazardı bir arkadaşımız.
Şimdiki Cumhuriyet Meydanımızda Sümerbank mağazamız vardı. Sümerbank fabrikalarının imalatları, Beykoz fabrikasının ayakkabıları, Nazilli, Kayseri, Malatya il ve ilçelerimizde dokunan basma, pazen gibi yerli pamuklarımızdan yapılmış kumaşları boy boy vitrinlerine asarlardı. Ve bütün şehirdeki mağazalar aynı şekilde vitrinlerini süsler, adeta bir bayram havasında kutlanırdı. Beykoz Ayakkabı Fabrikası´nın ayakkabılarını o günün devlet anlayışı ile bütün askeri personele ve yanılmıyorsam memurlara o ayakkabılar ve botlar dağıtılırdı.
O günlerden bugüne kadar ne zaman topluca bir alışveriş yapsam, Sümerbank´a gittiğim dönemleri hatırlarım. İşyerimiz de lokanta olduğu için toplarla beyaz keten ve patiskalardan masalarımıza örtüler dikerdik. Cumhuriyet kuşaklarının, canla başla o dönemde çalışan büyüklerimizin bizleri yeni gelişen bir Türkiye için yetiştirdiklerini her zaman sevgi ve minnetle anarım. Bugün geçmiş yıllardaki her şeyi unutturmak isteyen bir düşünce hakim. Hatt-ı zatında pamuk ekiminin zorluklarını düşünmezsek adeta pamuk ekimini ve alımını zorlaştıran düşünceleri yavaş yavaş yerleştirip bugünlere geldik.
Öncelikle toprakla uğraşan aileden gelen biri olarak o dönem Çukobirlik diye bir kurum vardı. Bölgenin pamuk ekenleri pamuğunu serbest satamaz ve o kuruma götürmek mecburiyetindeydi. İlk yılları çok iyi hatırlayamıyorum. Ama bu 50´li yıllardan sonra çiftçilerimiz krediyi Ziraat Bankası´ndan çekerler, vakti geldiği zaman mahsullerinin parasını alıp, borçlarını ödemek isterlerdi. Ancak o zaman Osmaniye ilçeydi ve oraya da bir Çukobirlik binasının yapılması lazım gelirdi. Hem pamuğunu teslim hem parasını almak üzere İskenderun´un Karahüseyinli köyüne kurulan Çukobirlik binasına 2, belki 3 vasıtayla gelinirdi.
Ancak ne yazık ki benim 10 çocuk sahibi dayım da ‘Köylü milletin efendisidir´ denilen bir ülkede bin bir emekle yetiştirdiği pamuğun parasını getirdiği gün alamaz, bizi de ziyaret eder, gerisin geriye köyüne dönerdi. Her verdikleri tarihte ‘henüz para gelmedi´ diye geri çevrilirdi. Adeta bir yıldırma siyaseti gibi bu böylece kaç yıl devam etti hatırlayamayacağım. İleriki yıllarda, dayımın pamuk ekimini bıraktığını duydum. ‘Neden vazgeçtin´ diye sorunca, “Kızım yoruldum. Banka parasını istiyor, vaktinde alamadığım için dolayısıyla borcumu da ödeyemiyorum. Onun için bıraktım” demişti.
En güzel yerli malımızın başında pamuk gelirdi. Bu uygulama bütün Çukurova pamuğunun ekilip ekilmemesini sağlamıştı. Ve şu gün ben pamuklu çamaşır bulabilmek için adeta savaş veriyorum. Bundan 45-50 yıl önce bizler naylonlu giyeceklere çok itibar etmiştik. Ama Almanya´dan gelen misafirlerimizin yıkanmış çamaşırlarının hepsinin pamuklu olduğunu gördüm. Zira yerli mallarının okullarımızda öğretilirken mutlak surette bunu da öğrenmeliydik. Belki o zaman şehirlerde yaşayanlar bu ayrıntıları bilemez, çocuklarına da öğretemezlerdi. Ancak bir devlet politikasıyla bunlar kösteklenecek yerde bir eğitim unsuru olarak öğretilmeli çiftçilerimiz taltif edilmeli, borçlarını zamanında ödemeleri sağlanmalıydı. Bir de Zirai Donatım diye bir kurum vardı. O da çiftçinin yardımcısıydı. Ama sadece göstermeden hiçbir zaman bir gübre dağıtımı gibi basit şeylerle uğraşır, zaman zaman fidanlar verilir, ancak bunu yine de fakir, kılık kıyafeti düzgün olmayanlar kapıdan çevrilirdi. Bu olayların bir zaman gelip benim canımı yakacak sonuçlara gelebileceğini bilsem tarihleri ve isimleriyle en azından hafızama nakşederdim. Ama şimdi üzülerek söylüyorum ki yeniden Çukurova´ya, Amik ovasına pamuk ekilmeye başlandı denmişti. Hatta geçerken bir dal koparmış, severek okşayarak evime çiçek gibi getirmiştim. Geçtiğimiz aylarda bir gün İstanbul´da büyük bir fabrikanın açılışını yaptılar. “Büyük bir fabrika açtık, sentetik kumaş üretmek üzere” diyordu sahibi. Büyük bir marifetmiş gibi yaptıklarını göstererek tebessüm ediyordu. Beni ilgilendirmedi, sadece üzüldüm. Adana ve Tarsus´ta Sabancıların ve bazı firmaların fabrikalarında pamuklu kumaşların en güzeli dokunurdu. Bu kumaşlar Çukurova armasını taşırdı. Kısa bir süreliğine bir mağaza da İskenderun´a açılmıştı. Her ne hikmetse çok kısa ömürlü oldu. Ve kayboldu gitti, arayıp sorduysak da bir daha gelmediler.
Yıllar sonra bir gün İstanbul´daki büyük bir manifatura mağazasında Almanya´dan dokunup gelen erkeklere ve hanımlara gecelik ve pijama dikilen çok güzel kumaşlar gördüm. “Neden bunlar Türkiye´nin başka yerlerinde yok” diye sorduğum zaman, “Biz bu kumaşları Almanya´dan ithal ediyoruz” dediler. Adana´da dokunup, büyük bir Alman firmasına gittiğini, oradan da kendilerinin ithal ettiğini söylediler. Kulaklarıma inanamamıştım. Çok özlediğim güzelim pamuklu kumaşlarımızı, Sümerbank´a benzer mağazaları görmeden ölürsem, eskilerin tabiriyle gözlerim açık gidecek.
Bir Yerli malı haftasından yine bu günlere geldik.
Sürçü lisan ettiysem affola,
Hoşçakalın.