Leman GÖÇMEN


Yenişehir Mahallesi

Leman GÖÇMEN


Burası benim ful çiçeği ile ilk tanıştığım yerdir. 

1938´de İskenderun´a gelirken babam, bizi Çay Mahallesi Bektaş sokaktaki kendi doğduğu cumbalı evde oturacağız diye hazırlamıştı. Ne yazık ki gelmesine geldik ama, içinde oturan akrabalar bizi çok iyi karşılamadılar ‘Ne de olsa Zeki buralara dönmez´ diye iyice yerleşmişler.
Biz köyden bütün köyün halkı ve anneannemin gözyaşlarıyla dayımın tahta arabasına binip Toprakkale´ye doğru yola çıkmış, “Hüsne´yi kara tren götürecek” diyen akrabalarımızın üzüntülü sesleri arasında Toprakkale´de trene binmiş, Payas´ta inmiştik. Bir veya iki gece Payas´ta yattık. Hatta saklandık bile diyebilirim. Zira geçişler Fransızlar tarafından gözleniyormuş. Bir gece yarısı karanlıkta trene binip İskenderun´a geldik.
Bir hafta 10 gün kendi dedeocağımızda kalıp, ondan sonra çaresiz annemin uyarmasıyla, “Zeki ağa bizi buradan götür. Sığınma gibi, burada çocuklarımla rahat değilim” demişti. O zaman 3 kardeştik. 5 yaşında ben, 2,5 yaşında kızkardeşim Güner ve 8 aylık Güngör kardeşim. Velhasıl oraları birara hikaye etmiştim. Biz 3-4 ev değiştirip şu andaki Süpürge Derneği´mizin bulunduğu sokakta dahi 7-8 ay oturmuştuk. En son olarak da Mithatpaşa İlkokulu´nun karşısına geçmiştik. Hemen birkaç basamak ötede Katolik Kilisesi vardı. Vahit Cereb´in oradaki evine taşındık. Çay Mahallesine göre orası daha düzenli, daha temiz ve benim de çok hoşuma gitmişti. Bilhassa kilisenin köşesinde o dönemin en iyi pasta ve simitlerini yapan Sabit Usta´nın pişirim fırını vardı. Evin kapısından çıktığımda 15-20 adımda soluğu yanında alırdım. Anneciğimin avucuma koyduğu bozuk paralarla -hatta hatıra olarak sakladığım ortası delikli kenarları çirtikli kuruşlar da vardı- pasta ve simitlerden bir kucak alır, koşa koşa evimize getirirdim.
Köyden şehre inmek başka bir alemmiş. Ben o zaman onun sevincini yaşıyordum. Ancak babamıza kavuşmanın, evimize gelmenin de sevinci ve bilinci içindeydim. Ama geride bıraktığım başta anneannem, hep benim olarak bildiğim meyveli ağaçlarım, her gün taze sütünü içtiğim sürüyle inekler, arkasında öbek öbek yavrularıyla dolaşan tavuklar… ben onları sonradan meğer çok arayacakmışım.
Babamın karşı sokakta bir arkadaşı vardı; Adil amca. Babam arkadaşına, “Biz taşındık, benim hanım mahallenin yabancısı, Behiye gelsin bizim hanımla tanışsın” demiş. Bir sabah elinde bir demet beyaz çiçekle ‘hoşgeldiniz´e geldi. Nur içinde yatsın, ilk defa gördüğüm ve yıllarca sevdalısı olduğum ful çiçekleriymiş. Annem de görünce hayran olmuştu. “Aman Behiye hanım, bize de bu çiçekten getir” dedi. O da zaten Adanalı´ymış. Elazığlı bir kabzımal olan Adil amcayla evliydi. Annemle hemen kaynaştılar. Meğer 20 yıllık evlilermiş. Ama çocukları olmamış. Bizleri hemen kucaklamıştı. Hemen kaynaşmışlardı.
Behiye teyzemin evi bahçeliydi. Bahçesinde ful üretiyormuş. Bahçesinde onlarca teneke ful. Çiçek satmanın o yaşlarda ne olduğunu bilmediğimden hayran hayran seyreder, ama bir mana veremezdim. Zaten Yenişehir Mahallesinin her evinin önünde yasemin ve ful çiçekleri vardı. Çay Mahallesi Ermeni mahallesi olduğundan evler bir süre metruk kalmış, çiçekleri de kurumuştu sanıyorum. Ama Yenişehir insanlarıyla dopdolu, canlı bir mahalleydi.
Orayı çok sevmiştim. Fırın sahibi Sabit ustanın da kilisenin yani, fırının karşısında evleri vardı. 7-8 çocuk sahibiydiler. Yanılmıyorsam anneleri Bedia teyzeydi. Çok kaynaşmıştık. Hatta biz evimizi yaptırıp Çay mahallesine taşındıktan sonra bile Sabit usta eline koca bir paketle gelmişti. Hafif şekerli, gevrek bir simidi vardı ki, o lezzeti ben Sabit ustanın ölümünden sonra kimse alınmasın ama hiçbir yerde bulamamıştım. Taki 68´de Beyrut´a gittiğim zamana kadar… Çay mahallesinden taşınan pek çok Ermeni aileyle görüşmüştüm. Beyrut´ta Halil Bedevi mahallesine konuk olmuştum. Eyüp oğluma hamileydim. Bir pastanenin önünden geçerken vitrininde Sabit ustanın vitrinindeki pastaların aynısını görmüştüm. Hemen durup, içeri girdim. Türkçe selamlaştık. ‘Misafirsiniz galiba´ dedi. İskenderun´dan geldiğimi söyledim. Bir anda güzü öyle güzel bir aydınlandı ki dükkan sahibinin. ‘Hoşgelmişsiniz, buyurun´ dedi. Pasta yemek istiyorum dedim. Kremalı pasta, küçük simitlerin aynısı oradaydı. Aynısını İskenderun´da yediğimi söylediğimde, “Orada yetiştirdiğimiz kalfalarımızdandır” dedi.
Biz Yenişehir mahallesine dönelim. O mahallenin hanımlarından hassaten ricam şudur ki, ful çiçeğini o yıllarda olduğu gibi yeniden yaşatsınlar. Bu çiçek bize tabiatın büyük bir lütfudur. Ankara´ya, İstanbul´a taşımak istediler ama oralarda yaşamaz. Şu anda Çay Mahallesinin ne bir bahçecinde ne de balkonunda görmüyorum. Plastik saksılara koymak isteyenlere önerim bu çiçek teneke saksıda yaşar. Bu yıl karaağaçtan ful çiçeği aldım. Yerini değiştirip, bakımını yaptım. Fevkalade gelişti, ancak halen çiçeği yok. Ancak benim çok sevdiğimi bilen Yüksel arkadaşım kendisine fide almaya gittiğinde başka çiçekli ful görmüş, bana getirdi. Küçücük bir fidan 4. çiçeğini açıyor. En büyük mutluluklarımdan biri oldu. Her gün balkonuma çıkıp çiçeğimle konuşuyorum. Arkadaşıma da buradan tekrar teşekkür ediyorum.
Ben bu çiçek için bir festival bile düzenlenmesini önermiştim. Ama sadece dileklerimde kaldı. Diliyorum bundan sonra eskiden olduğu gibi bütün sahil boyu yasemin açar, evlerimizin önü ful çiçekleriyle bezenir, hepimiz de mutlu ve çiçekli bir dünyada yaşarız. Böyle diliyorum, söyle arzu ediyorum.
Hoşçakalın,