Nurullah ER


NİSAN YAĞMURU

Nurullah ER


Gökyüzü gri giysili.

Bulutlar yağmur yüklü.

Doğa tüm  coşkusuyla ayakta.

Evlerin anahtarları, kapıların üzerinde içeriden kilitli.

İçimizde korku yüklü virüs dışarıyı kuşatmış.

Kaygılı duruşlarla ancak pencerelerden seyrediliyor.

Umutlar fırtına yüklü, lodos dalgalı gelgitleri, kıyıları gümbürtüyle döver gibi.

İnsanlar, parklarda oturuşunu, çocukların aralarında cıvıl cıvıl dolanışını özlüyor.

Akşam karanlığı korkuyla oturuyor omuzlara. Ekranlarda ölümcül hastalığın haberleri...

Çarşambaydı Nisan bir.

Tekerlemelerdeki gibi çarşafa dolanmıştı.

Kimseden Nisan 1 şakası duymadım.

Ne kadınların kahve falı bakışı, ne emeklinin iskambil falı açışı vardı.

Kalkıp sokaklara çıkıp gezesi geliyor insanın. Tıpkı bağından boşanmış ölüme karşı koyan kurbanlık koç gibi. Ama virisun göz hapsindeyiz. Kapı dışarı çıktığında ümüğünü sıkacak gibi.

Kitap okuyor, televizyon izliyor, yazı yazıp, türkü şarkı mırıldanıyoruz. Ama kesmiyor.

Böyle mi esecekti yaşamın sonbaharında bahar yeli?

Tıpkı filizkıran fırtınası gibi.

Burnundan soluyup, ağzından nefes alıp verse de, nefesi daralıyor evin içinde insanın.

Telefonun sesiyle gözünü açıyor. Görüntülü torun araması. Belki üst katta, belki de uzak bir yerde. Ama dün kollarının arasındaydı. Bugün gönül yarasında.

İnsanları tir tir titreten virüs, dünyayı çatırdatıyor.

Barışa, kardeşliğe metelik vermeyenler şimdi trilyon dolarlar ayırıyor koronavirus mücadelesine.

Devleşen ülkeler, Koronavirusun ayakları altında, cırcırböceği çığırtkanlığında, karınca telaşındalar. Ne  dolarlarının, ne  de son teknolojiyle yapılmış silahlarının hükmü geçiyor artık.

İnsan yalnızlık köşesinde, eski günlerini özlemeden edemiyor. Saklambaç oynadığımız çocuklu arkadaşımızı, bastonla hastane köşelerinde bekleşen, parklarda banklarda güneşlenen emeklilerimizi belki bir daha göremeyeceğiz.

Uzun süreceğe benziyor bu yağmur.

Oysa, eskiden kısa süren aşklara benzetilirdi Nisan Yağmuru!