Nurullah ER


İSKENDERUN’UN İLK SIRADA YERİ 

NURULLAH ER


Greenpeace Akdeniz, Türkiye’de hava kirliliğinin en yaygın olduğu 20 bölgeyi belirlemiş.

İlk sırayı İskenderun almış.

İskenderun; yeşil doğanın, mavi denizle buluştuğu, gün batımı kızıllığının Akdeniz sularında oynaştığı, temiz havası, sıcak güneşi, ılıman iklimiyle yaşamaya en uygun bir coğrafi bölge olarak bilinir.

İskenderun’u tanıyan, İskenderun’da yaşayan, çevre konusuna duyarlı olan birinin böylesi ciddi bir kuruluşun raporunu önemsememezlik yapamaz, habere duyarsız kalamaz. 

İskenderun’un kirlilik belasına bulaşmasına bir yıl önce yaşanan depremin katkısı olsa da, son yıllarda İskenderun Körfezinin sözde sanayinin insiyatifine terkediimesinin sancılarını yaşamaktadır.

Kirlilik hiçbir şeye yakışmadığı gibi İskenderun’da hiç yakışmıyor.

Kirlilik, yanlış yerde bulunan malzeme olarak tanımlanır.

Dünyada çevre kirlilik tehlikesi iktidarda bulunan çirkin politikacılarının ürünüdür. O politikacılar ki, dünyada insanlığı acı yazgılara sürükleyen kirliliğin kaynağıdırlar.

Şehirlerin temizliği, yalnızca temizlik işçilerinin çöpleri alması olarak görülüyor, kirlilik sokaklara, kaldırımlara çöp atanların, tükürenlerin kınanması biliniyor.

Yıllardır, şehirlerin gecekondulaşmasına, çarpık kentleşmesine, tarım alanlarının betonla kuşatılmasına, gökdelenler dikilip çok katlı binalar yapılarak yeşil alanların şehir yaşamından çıkarılmasına, kıyıların yağmalanmasına, imar affı adı altında  evlerin plansız ve ruhsatsız yaşam alanı olarak kullanılması ve bir depremde yerle bir olup, onca canların yok olması çevre kirliliği konusunda politikacılarımızın ve yerel yöneticilerimizin karnesi, toplumunda aynasıdır.

Yetmedi!

Ülkeyi kalkındırma, işsize iş verme adın da, küresel emperyalizmin sömürge politikası , kalkınma modeli olarak bilindi. Gelişmiş ülkelerde çevreyi kirleten geri teknoloji fabrikalar sökülüp atılırken, ülkemizde sanayi fabrikası gösterildi. 

İskenderun Körfezinde, bacalı, bacasız mantar gibi biten bu fabrikaların dumanı havaya savruluyor, suları denize akıtılıyor, külleri toprağa gömülüyor. Çukurovanın bereketli toprakları, Amanosların yeşil doğası, Akdeniz’in mavi suları bu havayı soluyarak can çekişiyor.

Asgari ücretli köle gibi çalışanlar ağzına çalınan bir parmak balla, huzur bulduğunu, mutlu olduğunu hissediyor, nasıl sömürüldüğünün, günden güne nasıl zehirlendiğini fark edemiyor.

Toplum olarak bir kültürel çoraklaşma içindeyiz. 

Halka geleceğin doğrusunu gösteren yolların ışığı karartılıyor, ufku ortaçağ gibi daraltılıyor, aklını çelmek, gözünü boyamak için  için masallarla avutuluyor. Kullandığı  ev eşyaları, iletişim ve ulaşım araçları gelişme ve zenginleşme olarak yutturuluyor.

Dünyayı da, vatanı da, şehrimizi, sokağımızı kendimizi de korumak zorundayız.

Ya ahlakımızı?

Her şeyden önce onu.

Tabi ki korumaya değer bir alaka sahipsek...

Çevre ilişkilerini küçümsemek “ benden sonra tufandır.” Hafifliğidir.

Ölmek marifet değildir.

Marifet olan adam gibi yaşamak, ruhunu adam gibi teslim etmektir.

Yaşamın ne olduğunu anlamayanlar, ölümün de ne olduğunu bilemezler.

İskenderun severek yaşadığım bir şehirdir. 

Onun doğal dokusu, tarihsel geçmişi hayata tutundurmaya yetiyor. Depremi büyük yaralar açsa da  hep güzelliklerini yazmıştım. Ne var ki kir lekesinin  üzerine bulaşması üzdü. Kirlilik iğrenç  bir lekedir. Kolay kolay çıkmaz, içten içe yer insanı. 

Şiirler düşünme ağırlığı olan, yaramıza tuz basan duygulardır.

Ve suçlu olduğumuzu

Ve suçlu oluşumuzda

Bir suçumuzun olmadığını

Ve elimizden bir şey gelmeyişinden

Suçlu olduğumuzu

Ve bunun bize yettiğini

Çoktan biliyoruz.

                                         H.M. Enzensberger