Akın BODUR


´Dördüncü parti´

Akın BODUR


Bilirsiniz, düğünlerde salon ya da açık alandaki kalabalık yetersiz bulunursa, gelin-damada ´biraz daha dolaşın´ diye mesaj gönderilir. Aslında birlikte yaşama ´evet´ diyenler için iki şahitten fazlasına gerek yok. Ama, mutluluğu paylaşmak için bu yaklaşım onyıllardır uygulanır.

Topluma ´şu saatte açılış yapıyoruz´ diyen ve söylemleri, üzerinde adları yazılı, fotoğrafları ve yazılı beyanlarıyla davette bulunan siyasiler, çoğu zaman belirlediği zamana uymaz. Tıpkı, bu seçimde yaşanan örnekler gibi... 25 dakika ile 53 dakika arasındaki ´rötar´ı, meydanlarda birçok kişi gördü. Düğün misali, adaylara da ´kalabalık yeterli değil, biraz daha dolaşın´ mesajı mı gidiyor, acaba? Halkla buluşmalarında verdikleri ilk randevuya uymayanların, vaadlerine nasıl inanmalı ki?
Düğün ve seçim meydanları arasındaki ifadede ´küçük´ olan, aslında anlamda ´çok büyük´ algılanan fark; kalabalığın coşkusu... Düğünde, eğlencede coşku çok olur. Seçim meydanlarına da bunun yansıması beklenir, belki de gerekir. Peki yansıyor mu? Seçim meydanları siyasetin düğünüyse, alanlarda niye yeterince coşku yok? Seslendirilen şarkılar ve çalınan müzikler de bunu yeterince sağlayamıyor, gibi. Niye? Zorla yapılan evlilikler mi var, ortada? Ya da halk, isimleri benimsememiş olabilir mi?
Düğüne gidenlerde, akrabalık, paylaşım, arkadaşlık, mecburiyet gibi etkenler hakim, sanki. Bu seçimin alanlarında ise sevginin varlığından çok, mecburiyet, görünme gibi etkenler hakim gibi... Belki de daha çok ´meraklı gözler ve kimler var?´ diye birbirini kolaçan eden anlayış ağır basıyor.
Meclis listelerinin belirlenmesi bu tabloyu şekillendireceği düşünülüyor olsa da ´sen, ben, bizim oğlan´ anlayışı kırılamadı, kırılmak istenmiyor da sanki. Bu da toplumda beklenen değişimi yaratmayacağını gösteriyor belki de.
Mutlaka herkesin bir seveni vardır. Bu ölçü müdür? Yöre halkı, dört siyasi partinin kentte seçime gireceğini açıklasa da, ya bir parti ve adayı öne çıkarmadı ya da onu görmezden geliyor. Ve, aslında yeni bir partiyi, ´dördüncü parti´yi ya da ´bağımsız bir adayı´ istiyor. Bu istem de mevcutların yetersizliğini, seçimi bir adayın kazanacağını ama bunun genel çoğunluğun desteğini alamadığını sergileyebilir. İlerleyen günlerde üç parti, belki ikiye indirgenecek, ama o zaman bile yörede yaşayanlar destekten çok zorunluluktan sandığa gidecek gibi...
01 Nisan´da hiç kimse, oy kullanma hakkına sahip olan yeni vatandaşları veya sınır ve ötesinde görev yapanları seçim sonuçlarına bağlamamalı ya da bunu bahane etmemeli. Bu yaklaşımı kullanacak veya bahaneye sığınacak olan partiler, önce ortaya çıkardığı isimlere bakmalı. Ataları 'Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz' diyen bu toplum, düne kadar üretilen isimlerin neler yaptığını, vitrinde taşıdığı ve kol kola gezdiği kişilerin kimler olduğunu unuttuğunu da düşünülmemeli. Toplumu ´balık hafızalı´ olarak görmek isteyen bazı siyasiler, seçimin sonuçlarına da katlanmalı. Kendisini paralı olarak gören adaylar da toplumun, seçim harcamalarının nasıl kazanıldığını bildiğini de düşünmeli, belki de...
Ne diyor kent yönetime talip olanlar, ´hizmet edecem, ayrım yapmayacam, eşit ve şeffaf olacam´. Hırsızlık yapacağım diyen, var mı? Ya da kötü yöneteceğim, eşit olmayacağım, ayrımcılık yapacağım diyen, peki? Aslında bir farkları yok. Projeleri olmayan, kadroları bulunmayanların kullandığı terimler sıralanıyor gibi... Ve belki de bunu moda kelimeleriyle süslemeye çalışıyorlar... Güzel olanın makyaja ihtiyacı olmaz. Makyaj, güzel olmayan ve güzel görünmek isteyenin ihtiyacıdır.
Milli Piyangonun Yılbaşı ikramiyesinde olduğu gibi numaralar bir bilete çıkıyor. Adayların da biri seçimi kazanacak. Çünkü, piyango bileti alanlar arasındalar. Birileri çıkar ve ´Kim kazanırsa kazansın, kent kaybedecek´ derse haksız olur mu? İskenderun ve Hatay, beş yıl daha kaybedecek ve bunun için sadece sürecin dolması mı bekleniyor, dersiniz? Böyle olursa, bu kente yapılan bir kötülük müdür, acaba?
Belki de süreç henüz geçmedi...
Sizce de ´dördüncü parti´ ve adaya ihtiyaç var mı?
Ne dersiniz?