Sadullah ÇAĞLAR


BİR USTANIN ANILARI

Çağına göre sorumluluğunu yerine getiren ülkede kaç aydınımız var? Çok az, ama bir adam var ki, her dönem tutucu iktidarlara karşı, kalemiyle savaş vermiş ve tüm yaşamı politik kavganın içinde geçmiştir.


Aziz Nesin için çok şey yazılacak, söylenecek ama, onun asıl nitelikleri açıklanmayacak… Türkiye burjuvazisi bilimsel düşünen bir mizah ustasına tahammül edemedi. Onu yaşarken sürekli yok etmeye çalıştı. Şimdi arkasından timsah gözyaşları akıtıyorlar.
Yıl 1945. Aziz Nesin, Sabahattin Ali ile Marko Paşa, Merhum Paşa, Malum Paşa, Ali Baba adlı dergileri çıkarttı. Bu politik dergilerin sık sık isim değiştirmeleri, iktidar tarafından kapatılmalarını engellemez. Buna rağmen dergi yeni ismiyle yeniden çıkar. Fakat baskılar Aziz Nesin ve ortağı Sabahattin Ali´yi geriletmez. Ne yapmışlardı Marko Paşa´da bu iki kişi? Sosyal devleti savunmuşlardı.
Türkiye´nin A.B.D. ile yakınlaşmasının ülkeyi sömürgeleştireceğini yazmışlardı. Sabahattin Ali, Marko Paşa dergisinde şöyle diyordu; “Biz istiyoruz ki memlekete yapılan her iş üç beş kişinin çıkarına değil, bu topraklarda yaşayan milyonların çıkarına olsun. Her hangi bir karar alınırken, İzmir´deki ortak tüccar, İstanbul´daki ahbap milyoner değil, inleyen yığınlar göz önünde tutulsun. Biz istiyoruz ki bu topraklarda yaşayan milyonlar, hiçbir yabancı devletin oyuncağı olmasın. Eğer böyle düşünmek suçsa, hemen haber versinler, bu suçu işlemekten, bunları yazmaktan vaz geçelim. Ama hayır, biz yolumuza devam etmekte kararlıyız.” (Marko Paşa dergisi 10.02.1947)
Bu arada 1950´de C.H.P iktidarı gitmiş, Bayar-Menderes, Demokrat Parti yönetimi gelmiştir. Ama Nesin´in kaderi değişmişti. O işsizliğe mahkum edilmişti. Hiçbir basın kuruluşu ona yazı yazma imkanı vermedi. Üstelik Menderes hükümeti, C.H.P.´yi aşan şekilde düşünce suçunun cezasını ağırlaştırdı. Demokrasi adı altında katı bir rejim yaşanıyordu. Aziz Nesin çaresiz, yoksulluk içinde kıvranıyordu. Arkadaşları onu gördüğü zaman yolunu değiştiriyordu.
Bir gün Nesin, mizah yazılarını bir dosyaya koyup Akbaba dergisine götürmeye karar verdi. Dergi sahibi Yusuf Ziya Ortaç, büyük kalem ustaları; İlhan Selçuk, Çetin Altan, Orhan Veli, Rıfat Ilgaz ve eskilerden, Reşat Nuri, Refik Halit Karay bu dergiden geçmişlerdi. Akbaba mecmuası büyük bir kaynaktı ve Türkiye´nin gelmiş geçmiş en eski mizah dergisiydi.
Yusuf Ziya duygusal ve açık Türkçesiyle yazdığı haftalık başyazısıyla gündemi yakalıyor, yazı olay oluyordu. Menderes bir demecinde; ‘Bu vatan bize borçludur´ diyordu. Buna karşılık Yusuf Ziya ise şöyle yazdı; ‘Amerika´ya, Almanya´ya borçlu olduğumuzu biliyorduk. Acaba şu dağların üzerinden, gemileri geçirerek İstanbul´u fetheden Fatih Sultan Mehmet böyle bir laf etti mi? Yani vatan bize borçludur diye, Hayır, hayır…´. Ve Yusuf Ziya karizmaydı.
Yusuf Ziya düşünce olarak İsmet Paşa´ya yakındı. Sonra Menderes, Yusuf Ziya´ya yakınlaştı.
Aziz Nesin 1953´te Akbaba dergisinin kapısını çalar. Ortaç orada yoktur. Mecmuanın Müdürü Selami Bey Nesin´i tanır. Ona yazılarını Ziya Ortaç´a vereceğini söyler. Nesin umutsuz bir şekilde Akbaba dergisinden ayrılır. Selami Bey bir gün Nesin´in yazılarıyla, Ortaç´ın yanına gider, yazıları okumasını ister.
Ortaç; “Tanımadığım meçhul yazarların yazılarını okumaktan bıktım” der. Selami Bey; “Ama bunu beğeneceksiniz, rica ederim okuyunuz” diye ısrar eder. Sonrasını Yusuf Ziya´dan dinleyelim; “Başlangıçta yalnız hikayeden değil, Selami´den de kurtulmam gerektiğini düşündüm. Selami Bey´e peki okurum, işim bitsin de dedim. Selami çıktıktan sonra meçhul gencin yazılarını okumaya başladım. Aman efendim aman, o ne hikaye. Selami´yi çağırdım. Harika dedim, hemen matbaaya gönder, dizilsin. Önümüzdeki baskıya yetiştirelim. Muhasebeye söyle bu genç yazara iyi para verelim. Kim bu genç böyle hevesli, mizah edebiyatının bütün ustalarını kafamdan geçirdim. Ne Ercüment Ekrem, ne Refik Halit ne de Reşat Nuri Güntekin… Hiç birinde bu çarpıcı hikayenin konusu yok. Akıcı Türkçesi ise bambaşka bir olay.
‘E e... dedi Selami. Analar ne aslanlar doğuruyor ´.
Ortaç; ‘Bu çocuğun ismi neydi ´.
Selami ; ‘ Aziz Nesin ´.
Ortaç; ´ Aman dedim, bul getir bana´.
‘Gelmez´ dedi Selami Bey.
Ortaç; ´Neden gelmez´ dedi.
Selami; ´Malum duyulmasını istemiyor. Devlet tarafından fişlenmiş. Tek partiden çift partiden çekmediği kalmamıştı.´
Ortaç; “Mutlaka getir bana bu yazarı; onun fişlenmesi vız gelir bana.”
“Kışa yakın bir günde Aziz Nesin geldi. Eski bir ceket üstünde, eski bir ayakkabı ayağında, oldukça tedirgin.
Son derece sevinerek karşıladım, oturması için koltuğu işaret ettim. Çay ısmarladım ve onu övmeye başladım. Bana yalnız isminin konulmasını istemediğini söyledi. ‘Olur mu Aziz Bey, bu eserlerin imzası tanınmalıdır. Kimden korkacağız Aziz Bey? Neden korkacağız? Yazılarınıza sizin imzanızı koymaktan değil, Türk Edebiyatını, Türk Mizahını bu güzel hikayelerden yoksun bırakmaktan korkarım. Siz bana güvenin, imzalarınız Akbaba´dan çıkacaktır, endişelenmeyin.´
Ona özel bir oda hazırlattım, Masa, koltuk, telefon, buyur ettik Aziz Nesin´i makamına. Yıl 1953 ilk işim İstanbul Valisine telefon açmak oldu. Aziz Nesin´i Akbaba kadrosuna aldık. Sayın Vali Prof.Fahrettin Kerim Gökay´dı. Bir kültür adamı sevinciyle karşıladı verdiğim kararı. ‘Çok memnun oldum´ dedi. ‘Yalnız Hükümete bir haber ver´. Ankara´yı aradım. Başbakanı buldum ve birkaç cümle ile övdükten sonra Aziz Nesin´in Akbaba ailesine katıldığını söyledim. Adnan Menderes pek keyiflendi bu haberden; ‘Onun Akbaba´da imzasını görmek bizi sevindirir, kendisine lütfen selamlarımı söyleyin, gönül rahatlığıyla yazılarını yazsın.´
Aziz Nesin´in ilk hikayesi açtığımız ilk yarışmada birinci oldu. Ondan sonra açılan her yarışmada da birinci oldu. Yalnız Türkiye´de açılan yarışmalarda değil, milletlerarası yapılan yarışmalarda Fransızları, İngilizleri, İtalyanları geride bırakarak birinci oluyordu.
Aziz Nesin daha sonraları mizah dergisi Marko Paşayı çıkardı. Tek Parti döneminde cesareti aşan yazılar yazdı. Bunlar siyasi mizahın acı meyveleriydi.
Sonra çileli yıllar geçirdi. Evet 53 yıldır bu parmaklar kalem tutuyor. 43 senedir Akbaba´yı çıkartıyorum bunca yıldır bütün ünlü yazarlar sayfalarımızda yer aldı. Bir eşi yetişmemiş. Ercüment Ekrem, Osman Cemaller, O Reşat Nuriler, O Mahmut Yesariler hiçbiri, hayır hiçbiri değil hepsi birden bir Aziz Nesin olamaz. Kalemi aldı mı yazmayacağı, yazamayacağı şey yoktur. Hikaye, roman, fıkra, taşlama, yerme, alay, kalay.”
Aziz Nesin´i bir kalem ustası Yusuf Ziya Ortaç´ın anılarından dinledik. Yere düşen altın madenini Yusuf Ziya ayağa kaldırmıştı. Çapı olan anlar ancak bu yetenekleri. Nesin´e Akbaba bir çıkış olmuştu. Ama o solcu damgasını yemişti. 1955´te 6-7 Eylül´de İstanbul´un üç gün yağmalanması olayı ile ilgili tutuklanır. Altı ay hapis yatar. ‘6-7 Eylül hareketini solcular yapmış, gelsin eski fişlenmiş solcular…´ Hasan İzzettin Dinamo, Kemal Tahir ve Aziz Nesin… Yusuf Ziya´nın devreye girmesiyle Aziz Nesin´i idamdan döndürür. Nesin, bu konuyu Asılacak Adam adlı eserinde anlatır. 27 Mayıs 1960 sonrası Yassıada Mahkemesinde 6-7 Eylül olayının dönemin iktidarı tarafından tertip edildiği eski Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü tarafından açıklandı.
Aziz Nesin asılmaktan nasıl kurtulduğunu şöyle açıklıyor; “Şu bir gerçek ki, İnönü, o zaman büyük bir cesaret örneği gösterdi. O suçlama havası içinde ortaya çıkıp; ‘Bunlar yapmadı; suçlu bunlar değildir´ dedi. Bütün tepkileri göğüsleyerek bize sahip çıktı. O da şöyle: O zaman, Türkiye´de televizyon yoktu. Ama hükümet bize iftira ederken dünya televizyonlarını unutmuş! Oysa yakıp yıkma ve yağmalamalar sırasında dünya televizyonları olayları çekip yayınlamış. Gösterilen filmlerin hiçbirinde bizler yoktuk. Bunun üzerine İnönü bizi savundu.”
1961´de Tamim gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Bir yazısından dolayı tutuklandı. Sonra Zübük adlı haftalık mizah dergisini çıkardı. 1965´te Veilmar´da yazarlar toplantısına katıldı. 1972´de kimsesiz çocuklar için Nesin Vakfı´nı kurdu. Evet Aziz Nesin ardında 100´e yakın eser bıraktı.