Nurullah ER


AYRILIYORUZ BİRER BİRER

NURULLAH ER


Daha dün gibiydi, demiri eritirken, kömürü damıtırken, çeliğe su verip, vidaları sıkarak; çarkları döndürdüğümüz, fırınları ateşleyip, bacaları tüttürdüğümüz günler… 

Otobüslerde, trende işe gidip gelirken vardiyalı zamanlarımız…
Emeğimiz için yola çıktığımız meşru eylemlerimiz, grev günlerimiz.
Siyasi farklılıklarımız olsa da, önyargılarımız bulunsa da, kindar değildik birbirİmize.
Çalışmak için, üretmek için gelmiştik dört bir yandan. Ekmeğimizi kazanmak, emeğimize sahip çıkmak için bir olmuştuk, birlik olmuştuk, çalışma yaşamımız bize kader birliği yaratmıştı. Gençtik, heyecanlıydık, ülke sorunlarına duyarlıydık. Aynı havayı soluyup, aynı kaptan yemek yemiştik yıllarca. İyi günlerimizde mutluluğumuzu paylaşmış, acılı günlerimizde birbirimizin yarasına merhem olmaya çalışmıştık.
Bunlar ülkemizin en büyük entegre tesisi İsdemir´de 20 bine yakın çalışan işçilerdi, en az 20, 30 yıl birlikte çalışmışlıkları vardı.
1990 sonrası zorunlu emeklilik yılları başlamış, ardından fabrikanın devri ve özelleştirme sonrası, yuvasından uçan kuş misali emekli olarak dağılmışlardı dört bir yana. Çoğunluğu emekli olurken, işverene de, sendikaya da küskün ve dargın gitmişlerdi.
Çoğunluğu İskenderun bölgesinde yaşasalar da, ülkenin dört bir yanına dağılmışlar, eşleri, çocukları ve torunlarıyla yüz bine yaklaşan br sayıya ulaşmışlar. İsdemir´in çalışma koşullarını, o dönemin yaşam şartlarını kendi benliklerinde koruyup bir İsdemir kültürüne sahiplenmişler. Emeklilikte huzur bulacağını, mutlu olacağını düşünmüş olsalar da, umutsuz ve karamsar bir yaşamları bulunmakta çoğunun.
Yetişmeyen aylıkları, hayat pahalılığı karşısında eriyip gidiyor, çocuklarının iş ve yaşam kaygısı hala bir çoğunun omuzlarında. Yalnızlaşma, yaşlılığa bağlı hastalıklar, demir çeliğin olumsuz çalışma ortamının vücutlarında bıraktığı emarelerle cebelleşip duruyorlar; hastane kapılarında sürünüp, banka önlerinde ömür törpülüyorlar, camileri, parkları mekan görüyorlar. Torunlarla teselli oluyorlar…
Birbirlerimizle yüz yüze görüşemesekte, sık sık bir araya gelemesekte teknolojinin nimetleriyle o kadar da birbirimizden uzak değiliz. Bir cep telefonunda “alo” dememiz, gerekirse görüntülü görüşmelerimiz birlikte olmuş gibi geliyor. Ayrıca derneğimizin Facebook sayfasında yazışıyoruz.
Ne var ki son günlerde sayfamızı açmaya yüreğimiz yetmiyor. Her gün mutlaka bir veya birkaç emekli arkadaşımızın ya da eşinin aramızdan ayrıldığını görüyoruz. Acı veriyor böylesi ölümler, benim de kapımı ne zaman çalacak diye endişelenmeden edemiyor. Ölüm korkusuyla geçiyor zamanı. Geçmişte vefat edenler adına dernek lokalimizde adlarına Mevlüd okutup, ardından Fatiha bağışlayarak ailesinin acısını paylaşıyorduk. Ne var ki böylesi bir sosyal yardımlaşma kurumunu ticarethane gören ilçe dernekler şubesinin vergi dairesine vergilendirilmesi için bildirimde bulunması üzerine büyük bir ceza ile karşı karşıya kaldığımızdan kapatmak zorunda kalmıştık. Şimdi böylesi ölüm ilanlarını ancak başsağlığı dileyerek yerine getirebiliyoruz sayfamızda.
Kara kış şimdiden kapıda. Beterin beteri var ya , oraya doğru gidiyoruz gibi görülüyor. Her mevsimimiz bir hazan. Vakitli vakitsiz çalınıveriyor kapılar. Bağından kopan yaprak misali alıp götürüyor ölüm.
Şimdi teker teker ayrılıp, birer birer kayboluyoruz.
Korana günleri uzadıkça, yaşımız ilerledikçe çoğalttıkça çoğaltıyoruz ölümleri…
Ölümler bizi ayırsa da, Montaigne´nin dediği gibi, “Dostluğumuzun kolu bu dünyadan öbür dünyaya kucaklayacak kadar uzundur.”