Ali KARATAŞ


Arap dünyasındaki son on yıllık gelişmeler ve olası yönelimler

Ali KARATAŞ


Tunuslu genç Muhammed Buazizi´nin yaktığı ateşin üzerinden on yıl geçti. Üniversite mezunu seyyar satıcı Muhammed, 2010 Aralık ayında polisin kendisine kötü davranması karşısında kendini yakmıştı. Bu ateş kısa sürede alev Tunus´un bütün kentlerini sardı. Sadece Tunus´u sarmakla kalmadı, Atlas okyanusunun kıyısında olan Fas´tan veya Arapların adlandırmasıyla Mağrip´ten, Hint okyanusunda sahili olan Yemen´e kadar ulaştı. Meydana dökülen halkın hemen her ülkede attığı slogan “şaab yurid iskat el nızam” yani “ “halk düzenin yıkılmasını istiyor” idi. 

Sonuçta Tunus halkı cumhurbaşkanı Bin Ali´yi kovdu. Bin Ali 14 Ocak 2011 Suudi Arabistan´a kaçmak zorunda kaldı. Tunus´un dışında Mısır´da, Sudan´da Yemen´de de onlarca yıldır devam eden diktatörlükle yıkıldı. Lakin on yıl sonra aradan on yıl geçtikten sonra Arap dünyası, Birleşik Arap Emirliklerinin önderlik ettiği İsrail´le normalleşmeyi konuşuyor. BAE´den sonra Bahreyn, Sudan ve Fas normalleşme kervanına katılan ülkeler arasında yer aldı. Hatta son on yılda Katar ile Suudi Arabistan arasında halkın tepkilerini kullanarak bölgede lider güç olma savaşının İsrail´le normalleşme dalgasında sona ereceği yorumları yapılıyor.
Bu makalede Arap dünyasının neden bu noktaya geldiğinin cevabını aramaya çalışacağız. Ancak hemen baştan belirtelim; Arap dünyasında ortaya çıkan halk hareketinin ABD ve İsrail´in işi olduğuna dair görüşlere kesinlikle katılmıyoruz. Bu görüş sadece ülkemizde değil, Arap dünyasındaki aydınlar arasında da yaygın. Şüphesiz ki emperyalist güçler ve bölgedeki aktörler ortaya çıkan durumdan faydalanmaya çalışmıştır. Yön vermeye ve kendilerini yeniden tahkim etmek için bir olanak olarak değerlendirmek istemişlerdi. Lakin bu durum Arap dünyasındaki halkların iş, ekmek, özgürlük, adalet ve yolsuzluğun son bulmasına yönelik kitlesel mücadelesinden ve verdiği bedellerin değerlerin bir şey kaybettirmez.

Son on yılda neler oldu?
Son on yılda yaşanan süreci Arap dünyasının iki önemli ülkesi olan Mısır ve Suriye özgülünde bakmak sürecin anlaşılması bakımından faydalı olacaktır. Neden Mısır, neden Suriye? Önce Mısır´dan başlayalım.
Birincisi; binlerce yıllık tarihiyle Mısır, Arap dünyasının en köklü ve en kalabalık ülkesidir. Arap dünyasında sanatın, edebiyatın ve fikrin üretildiği en önemli merkezlerden biridir.
İkincisi; Mısır bu günkü statükonun kurulmasında kritik düzeyde önemli olan Camp Davit anlaşmasının tarafıdır. Mısır devlet başkanı Enver Sedat ile, İsrail başbakanı Menahem Begin´le 12 gün süren gizli pazarlıkların ardından 17 Eylül 1978´de anlaşmayı imzalamıştır. Bu anlaşmayla ilk kez bir Arap ülkesi İsrail´i resmen tanımış ve ele geçirdiği topraklar üzerindeki varlığını meşru olarak kabul etmiştir.
Tunus´ta başlayan halk hareketinin ilk sıçradığı ülke Arap dünyasının bu kadim ilkesi oldu. 25 Ocak 2011´de başlayan merkezi başkent Kahire´nin Tahrir Meydanı olan gösteriler 18 gün sürdü. Bu protestoların sonucunda 30 yıldır ülkeyi yöneten Hüsnü Mübarek önce yetkilerini yardımcısı olan Ömer Süleyman´a devretti, ertesi gün de görevinden istifa etti. Yapılan ilk seçimlerde Cumhurbaşkanlığını Müslüman Kardeşler örgütünün adayı Muhammed Mursi kazandı. Mursi seçimde Hüsnü Mübarekin Şubat 2011´de yaşanan ayaklanmaları bastırması amacıyla görevlendirdiği Ahmet Şefik ile yarışmıştı.

İhvan´ın 80 yıllık muhalefeti ve 8 aylık iktidarı
Müslüman Kardeşler, Hasan el-Benna tarafından Mısır´da Mart 1928´de kuruldu. Bütün Arap dünyasında etkisi ve kolları olan bu hareket, önce Tunus´taki kolu el Nahda Partisi ve sonrasında Mısır´da seçimlerde başarı kazandı. Halk hareketlerinin ortaya çıktığı bu dönemde bu örgütün gelişmesi ve kitleselleşmesi son derece normaldi. Çünkü halkın içerisinde en örgütlü güçtü. Ancak bu hareketin ana vatanı olan Mısır´da kısa süren iktidarı halk tarafından tepkiyle karşılandı. İktidara gelir gelmez devlette kadrolaşmaya başlaması, kimseyi dinlemeden Firavun Anayasası olarak adlandırılan anayasayı hayata geçirmesi, Suriye ile diplomatik ilişkilerini kesmesi ve ekonomide beklenen iyileşmenin gerçekleşmemesi gibi sebeplerden dolayı kısa sürede halkın tepkisiyle karşı karşıya kaldı. halkın bu tepkisini değerlendiren ordu darbe yaparak Muhammed Mursi´yi iktidardan indirdi. Bu aynı zamanda hareketin zayıflamasının da başlangıcı oldu.

Suriye neden önemliydi?
Arap halk hareketleri döneminde en çok konuşulan ülke Suriye oldu. Suriye petrol zengini bir ülke değildi. Lakin dört nedenden dolayı Suriye önemliydi ve sonu NATO müdahalesiyle devrilen Kaddafi´nin Libya´sı gibi olmadı.
Birincisi Suriye, ticaret ve petrolün nakli bakımından önemli bir kavşakta bulunmaktadır.
İkincisi ABD´nin Ortadoğu politikaları bakımından merkezi önemde bulunan İsrail ile sınır komşusudur. İsrail´le onlarca yıla dayanan bir çatışma ve gerginliğin olduğu bir tarihe sahiptir.
Üçüncüsü Rusya´nın Akdeniz´e açılan tek kapısıdır. Baba Esat döneminden bu yana devam eden stratejik müttefiklik nedeniyle Rusya´nın vaz geçemeyeceği bir ülkedir.
Dördüncüsü geçen yüz yılın ortalarında bir çok ülkede Baas rejimleriyle sonuçlanan Arap sol milliyetçiliğinin merkezlerinde biridir. 1958-1961 arasında Mısır ile Suriye birleşik Arap cumhuriyeti adı altında tek bir devlet olarak Arap milliyetçiliğinin merkezi konumundaydılar.

Suriye´de vekalet savaşı
Suriye´nin bu konumundan dolayı kısa sürede halk gösterileri, yerini silahlı çatışmalara bıraktı. Patlayan silahların dumanı arasında halkın talepleri kayboldu. Ülke, hem uluslar arası hem de bölgesel güçlerin bir biriyle hesaplaştığı bir arenaya dönüştü. Artık sürecin bir tarafında ABD ve onun bölgesel müttefikleri Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye; diğer tarafında Rusya, İran ve bölgede etkili olan Lübnan Hizbullah´ı aktörleri mevcuttu.
Peki Suriye´de rejim neden ayakta kaldı?
Bunu bir çok faktöre bağlamak mümkün. Birincisi Suriye´de iktidarda olan Baas Partisi bizim ana akım medyada yer aldığı gibi bir mezhep partisi yani bir alevi partisi değildi. Birçok mezhep ve dinden kesimleri etrafında toplamış bir yapıydı. Şüphesiz yönetim biçiminden rahatsız olan halk kesimleri vardı lakin arkası tümden de boş değildi. İkincisi muhalefet adına kısa bir süre sonra ortaya çıkan dış destekli cihatçı grupların kurmayı düşündükleri Suriye´nin halkın talepleriyle bir ilgisi olmadığı anlaşılmış ve Halep dışında şehir merkezlerinde çoğunluğu sağlamayı başaramamışlardı. Üçüncüsü Rusya Libya´da tutunduğu tutumdan farklı olarak sürece seyirci kalmamış ve 2015 sahaya bütün varlığıyla inerek dengeyi Esat iktidarından yana değiştirmiştir.

Süreç durağan değil
Bu sürecin sonucunda Mısır ve Tunus başta olmak üzere diktatörler devrildi. Bazı ülkelerde anayasal kazanımlar sağlandı. Lakin Arap dünyasının işbirlikçi egemen sınıfları yeniden halkın örgütsüzlüğünden faydalanarak kendilerini yeniden tahkim etmeyi başardı. ABD´nin bölgeyi yeniden dizayn hamleleriyle Körfez ülkelerinin önderliğinde İsrail´le normalleşme süreci ortaya çıkabildi. Aslında süreç ABD başkanı Trump yönetiminin körfez ülkeleri, Mısır ve Ürdün´ün katılımıyla İran´ karşı kurmayı hedefledikleri Sünni NATO girişimiyle başlamıştı. Öncesinde Trum, İran´la 2015 yılında BM daimi üyesi beş ülke ve Almanya´nın katılımıyla imzalanan Nükleer anlaşmayı tek taraflı olarak feshetmişti. İsrail´in güvenliğini merkeze alan normalleşme süreci diğer boyutuyla İran´a karşı daha güçlü bölgesel bir ittifakın adımlarını da içermektedir.
Hemen burada bir noktayı belirtelim. Filistin davasının ve bütün kazanımlarının tümden hedefe konduğu bu süreçte Gazze Şeridi´ni yöneten HAMAS kolaylaştırıcı bir rol oynamıştı. Suriye´de olayların başlamasından kısa bir süre sonra Suriye´nin başkenti Şam´daki bürosunu kapatmış ve iç savaşta muhaliflerin finansörlerinden biri olan Katar´ın başkenti Doha´ya taşımıştır.

Bu güne kalan
Arap dünyasındaki halk hareketlerinin bu güne miras bıraktığı ve önümüzdeki dönemi de etkileyecek ciddi sonuçları şöyle özetlemek mümkün;
Birincisi halk hareketleri coğrafi olarak daha önce görülmemiş yaygınlıkta kendini gösterdi. Ama bu yaygınlık sadece coğrafyayla sınırlı kalmadı. Fas´tan Yemen´e kadar hemen hemen ortaya çıktığı her ülkede halk hareketleri çok geniş emekçi sınıfları kapsadı.
İkincisi bu hareketler esnasında en çok atılan slogan “şaab yurid iskat el nızam” yani “ “halk düzenin yıkılmasını istiyor” idi. Bu slogan aynı zamanda hareketin sınırlarını da ortaya koyuyordu. Çünkü bir çok yerde halk yeni bir iktidar kuracak programa ve örgütlülüğe sahip olmadığı için yıkılan diktatörlüklerin yerine egemen sınıflar yeniden rejimlerini tesis etmeyi başardılar.
Üçüncüsü gerek siyasal islam´ın temsilcisi olan Müslüman Kardeşler nezdinde, gerekse radikal İslam´ın en ileri temsilcisi IŞİD nezdinde İslami hareketler denendi ve halk bu hareketlerin kendi taleplerini gerçekleştirecek adresler olmadığının farkına vardı.
Dördüncüsü Rusya´nın Ortadoğu´ya yeniden döndüğü ve bölgede etkisini arttırdığı bir süreç oldu. Lakin ABD´de bölgede özellikle son dönemde Arap devletleri ile İsrail arasında atılan normalleşme adımlarıyla kendini bölgede yeniden konumlandırdı. Modern Suriye tarihinde ilk sefer Suriye´nin bir bölgesini kontrol etti.
Beşincisi daha uzun ve bir çok boyutuyla ele alınma ihtiyacına rağmen kısaca söylemek gerekirse Kürt sorunu daha önce olmadığı kadar bölgesel ve uluslararası bir sorun haline geldi. Kürtler coğrafyada daha dinamik bir aktör olarak yer almaya başladı.

Model ülkeden neoosmacılığı yayılmacılığa
Bu süreçte Türkiye´nin konumuyla ilgili ilk söylenebilecek şey halk hareketleri başladığında bütün Arap dünyasında “İslam ile demokrasiyi” birleştirebilen model ülke olarak sunulmasıydı. Ancak kısa sürede iktidarın amacının Neoosmanlıcı politikalarla ve başta Müslüman Kardeşlerin Ortadoğu kolları olmak üzere bu dönemde ortaya çıkan el Kaide´nin türevi örgütleri kullanarak yeni bir hegemonya arayışında olduğu anlaşıldı. Buna ek olarak Kürtlerin her kazanımın ortadan kaldırılması dış politikanın temel unsuru haline geldi.
Son olarak nasıl Türkiye daha önce olmadığı kadar Arap dünyasını izliyorsa benzer şekilde Arap dünyası da Türkiye´yi daha önce olmadığı kadar izlemeye başladı. Bu durum halklar arasında daha önce olmadığı kadar yakınlaşma ve birbirinden öğrenme imkanlarını da ortaya çıkardı.