Sadullah ÇAĞLAR


ANTAKYA TARİHLE KUŞANMIŞ KENT

Sadullah ÇAĞLAR


Antioch, Doğu Roma´nın masal şehri olup Batı kültürüyle beslenmiş bilim ve felsefe ile kuşanmıştır.

Antakya eski Mısır kadar antiktir. Şöyle ki Roma İmparatoru Sezar Mısır seferine çıktığında gemisi İskenderiye Kütüphanesi önünden geçerken yanında bulunanlara; ‘Bu bina nedir mabed mi?´ diye sorar. ‘İskenderiye kütüphanesi´ yanıtını aldığında Sezar, ‘burada işimiz zor´ der.

Süreç içerisinde kitaplığı yaktıran Sezar´ın üzerine yürüyen Mısır Kraliçesi Kleopatra, ‘barbar Romalılar´ diye çığlık atar. Peki yangından kurtarılan kitaplar nereye taşınır? Yakın dostumuz araştırmacı yazar Müslüm Kabadayı´nın anlatımına göre şimdiki ismi Kurtuluş caddesi olan geçmişte Harrod caddesi olarak bilinen yerde bulunan genel kütüphaneye. M.Ö 300 yılında Antioch Kütüphanesi kurulmuş olup kütüphane görevlisi olarak şair Euphorion atanmıştır.
Sezar´ın ölümünden sonra ikiye ayrılan imparatorlukta Doğu Roma imparatoru olan Marcus Antonyus, tüm doğuyu sevdiği kadın olan Kleopatra´ya vermiştir. Antonyus ile Mısır Kraliçesi yazları Defne´de (Harbiye) geçirdiler.

Süreç içerisinde Antakya Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinden sonra genç Türkiye Cumhuriyeti´ne katılarak günümüze gelmişitir.

Eski Antiocheia´ten kalma tarihi müzenin bir eşi Roma´da bulunmaktadır. Bu eşsiz zenginliğe sahip müzenin şehir dışına taşınması yanlış olmuştur. Batı´da Paris yada Roma´da müzeler hep şehrin merkezinde bulunur.

Acaba Antakya´yı nasıl anlatmalı? Kitapçılardan başlayalım…

1960‘lı yıllara kadar kitap evleri köprü başındaydı. Şimdiki döner kebap satan lokantaların yerinde Barutçuların kitap evleri vardı. En ilgi çeken kitaplar arasında Kerime Nadir´in Hıçkırık, Aşk Rüyası ve Samanyolu, Esat Mahmut´un Son Gece yada Sokaktan Gelen Kadın vardı. Kitapçıların hemen yanında sahaf yer alırdı.

Sinema tarihinin kart postallarını sahaftan alırdık. Örneğin Samsun ve Dalila, Tarzan yada Truvalı Helen filmlerinin kartpostallarını yada Trone Pover , Rita Hayworthy, Clark Gable, Lana Turner ve John Westmüller gibi dönemin ünlü film artistlerinin kartpostallarını sahaftan alırdık.

Ve de tarihi Halk Sineması unutulmaz Mısır filmlerini getirirdi. Sinemanın önü kalabalıktan geçilmezdi. Mısırlı Abdulvahap ve Leyla Murat´ın oynadığı Yasak Aşk filmini görmek için çok önceden yer ayırtmak gerekirdi.

Tarihi Roma Köprüsü şehre güzellik katan sanatsal bir anıttı, nasıl yıktılar? Köprüye yakın kafeler nehrin üzerine kadar uzanan terasları ile nehri ve martıları izleme olanağı sunardı.

Ve ailece gidilen Dondurmacı Selim´in pastanesi tüm bölgeden gelen insanların uğrak yeri idi. En güzel dondurma ve baklava çeşitleri ile böyle güzel bir pastaneyi başkaca ancak Şam´da bulabilirdiniz.

Geçmişte Şam´a gitmiştim oradaki bir dondurmacıda Kral Hüseyin ve Cemal Abdülnasır´ın pastaneyi ziyaret ettiği fotoğrafları vardı.

1947 yılında Antakya´yı ziyaret eden Cumhurbaşkanı İsmet İnönü müzeyi gezer ve Valiye, ‘bu güzel müzeyi dünya milletlerine tanıtalım devlet bu konuda size her türlü desteği verecek´ der. İnönü bu müzenin bir benzerini 1930´lu yıllarda İtalya ziyaretinde Roma´da gördüğünü söyler.

Cumhurbaşkanı müze çıkışında etrafında bulunan milletvekillerine; ‘´Neden bu meydanda Atatürk´ün bir heykeli yok oysa Atatürk Hatay davası için hasta yatağından kalkıp bölgede askere resmi geçit yaptırdı. Hasta haliyle saatlerce ayakta durdu´´ der.
Böyle güzel bir şehirde demir yolu olmaması büyük bir eksiklik. Oysa Amik gölü çevresinden geçecek tren seferleri gölün üzerinde uçuşan kuşlarla birlikte doğaya güzellik katabilir.

Geçmişte Antakya çarşısında köprübaşı civarında kaldırımlar av hayvanları ile dolardı. Balıkları az bir parayla almak mümkündü. Ama gölü kuruttular ve balıklar da kalmadı.

Eşsiz doğa harikası Harbiye de tabiat harikası dağlardan gelen şelalenin suları hidro elektrik santralı yapılmadan evvel küçük su birikintileri vardı. Aileler bu suların üzerinde masalarını kurar kadın erkek beraber eğlenerek yemeklerini yerlerdi.

Masalardan sahibinin sesi marka gramofonlardan Müzeyyen Senar´ın taş plaklarından Hicran yine mi Hicran yada Güzel bir göz attı beni bu derin sevdaya şarkıları yükselirken insanlar bir taraftan da halay çekerdi.

Antakya´ya seferler büyük otobüslerle yapılırdı. Akşam olunca Antakya´da insanlar güzel elbiselerini giyer parka gezmeye giderlerdi.

Antakya´da her ailenin özel bir terzisi vardı. Özellikle ikizler terzihanesi meşhurdu. Antakya´nın bir diğer yanı ise öne çıkan tanınmış aydınları olması. Denizlerin Avukatı Halit Çelenk ve 1961 Anayasasını yapan Muammer Aksoy´la aynı komisyonda yer alan ve iki dönem Hatay Milletvekili olan Ahmet Sırrı Hocaoğlu ve Köy Enstitüsü mezunu yazar ve şair Ali Yüce ve Süleyman Okay tanınmış aydınlarıdır Antakya´nın.

Antakya insanı genelde beyaz tenlidir. Kadınların beyaz tenlerindeki yüzlerinde yer alan benleri onlara ayrı bir zerafet katar. Tarihi Gündüz sinemasında öğleden sonra saat 4 matinesinde İngilizce orijinal müzikal filmler olurdu.

Başrolünde Gene Kelly´nin oynadığı Sing İn the rain (yağmur altında) filminin unutulmaz dans sahnesini sinemanın locasında modern giysileri ile izleyen insanlar acaba nereye gitti?

Bu güzel ve şık insanlarıyla Antakya evrensel laikliğin çağdaş görüntülü bir şehri idi. Antioch´te bir arada yaşamanın kaynağında uygar dünyanın tohumları var.

Geçmiş günlerde çocukluğumu yaşadığım Antakya şehrine gitmiştim. Köprüde durup Asi nehrinde hırçın akan suları izledim. Aniden eski Roma köprüsünü hatırladım ve köprü civarında bulunan kahveler alkıma geldi. Ama artık beyaz martılar uçmuyordu.

Sonra benim kitapçılarım nereye gitmişti? Onlarda yoktu. Yolum tarihi Halk Sinemasına uğradı, gözümün önünde sinemanın kalabalığı canlandı. Başrolünü Errol Flyn´in oynadığı Robin Hood filmi için bilet sırasına girenler aklıma geldi.

Sonrasında tarihi yerinde duran Ferah kitap evine uğradım. Babam Ulus, Vatan ve Cumhuriyet gazetelerini buradan alırdı. 1950 sonrası Falih Rıfkı Atay´ın Çankaya ve Balzac´ın Vadideki Zambak kitaplarını buradan almıştım.

Aslında tarih kokan Antakya´yı anlatmaya bir yazı yetmez.